Endişemiz buydu işte: “Barış perisi”nin gözalıcı kanatlarının arkasında, bizim eski panzerin tetikte bekliyor olması...
Asker hakimiyetinden kurtulduk derken, polis tahakkümünün nöbeti devralması...
Barışın, nihai istasyon değil, dereyi geçene kadar binilecek “tramvay“ sayılması...
O süreçte gülümseyen yüzlerin, en ufak muhalefette dişinin, kulağının uzaması...
Barış güvercini postuna bürünmüş bir şahin zihniyetinin gelip tepemize oturması...
Bu yasakçı kafa mı barışın önünü açacak?
Bu ceberut anlayış mı anayasa yapacak?
* * *
Dünkü haber televizyonlarından bir görüntü:
Ekranın sağında Başbakan Yardımcısı, anayasa için toplumsal uzlaşmadan söz ediyor.
Ekranın solunda polis, bayram kutlamaya gelen işçilerin üzerine biber gazı sıkıyor.
Soldaki haşin görüntü, sağdaki ılıman sesi yalanlıyor.
Yoğun gaz bulutu, yaldızlı “uzlaşma“ lafını boğuyor.
Muhabirler gaz maskesiyle yayın yapıyor... CHP’nin iki numarası yoğun gazdan hastaneye kaldırılıyor... DİSK Başkanı ekrandan ambulans istiyor... Londra, Paris, Roma özgürce 1 Mayıs kutlarken İstanbul, devlet terörüne teslim oluyor.
Dengesiz yürüyen barış süreci, Taksim meydanında çukura düşüyor.
* * *
“Taksim’in hali ortada... Sendikaların ısrarı mantıksızdı“ diyenlerdenseniz bir daha düşünün derim.
İki nedenle:
Birincisi; Başbakan’ın konuşması, Taksim’in sadece bu yıl değil, bundan böyle 1 Mayıs’lara kapanacağının işaretini verdi. Oysa Taksim, işçi hareketinin vazgeçilmez simge mekanı... Hükümetin gösterdiği kumda oynamaya razı olmayan sendikaların direnmesi normal...
İkincisi; yasak konmayıp iş, sahibine devredildiğinde, hiçbir sıkıntı yaşanmadığını son üç yılın 1 Mayıs’larında ve geçen Nevruz’da gördük. Yine bırakılsa, yine öyle olacaktı. Ama iktidar, yasaklamayı, inatlaşmayı, restleşmeyi seçti. Ve dünkü sıkıyönetim manzarasını yarattı.
Devlette marifet, sorun çözmektir.
Oysa dünkü devlet, sorun yaratan rolündeydi.
“İşçiler çukura düşer” mazeretiyle başlayan bir yasak, işçileri çukura düşmüşten beter eden yoğun gaz salınımıyla sonuçlandı.
* * *
Yılmaz Karakoyunlu, 1955’in 6-7 Eylül’ünde Taksim’de yaşanan provokasyon ve saldırıları anlattığı kitabına “Güz Sancısı“ adını vermişti.
Bugün de memlekette “gaz sancısı“ yaşanıyor.
Aradan geçen bunca yılda devlet mantığa, Taksim huzura kavuşamadığı için çare, hala muhaliflere gaz sıkmakta aranıyor.
Resmi rakamlara göre 2001’de, yani AK Parti iktidara gelmeden önce devletin biber gazı ithalatı yılda 13 tonmuş.
2005’te neredeyse 10 kat artıp 115 tona çıkmış.
Bu hükümet döneminde 21 milyon dolar harcanarak ithal edilen biber gazının toplam hacmi:
628 ton...
Yani devlette, bünyeye zarar miktarda gaz birikti.
Her fırsatta böyle arsızca çıkaracaksa yandık demektir.