Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı





Devrimci Yol'da ne zaman, nasıl sorumluluk üstlendiniz?
- 1975'in sonbaharıydı. 22 yaşındaydım. Daha ortada ne Dev - Yol ismi, ne de örgüt vardı. Üniversitede master yapıyordum. Aynı zamanda da asistandım. Hiç unutmam, portatif bir masa etrafında 7 - 8 kişiydik. Çıkaracağımız Devrimci Gençlik dergisinin sorumlu yazı işleri müdürünün kim olacağını tartışıyorduk. Herkes birbirinin gözünün içine bakıyordu. Bu görevi üstlenecek olan, geleceğini tehlikeye atmayı, en azından hapse düşmeyi kabul etmiş olacaktı. Beklemekten nefret ederim. Dayanamadım, "Ben olurum" dedim.

Sorumlu müdür olunca ne oldu?
- 5 kez gözaltına alındım. Sonuncuda, 10 Mart 1976'da bir daha bırakılmamak üzere tutuklandım. Emniyette yaşadıklarım, uluslararası standartlara göre açık bir 'işkence'dir. Ama bunu onca büyük acının yaşandığı Türkiye'de söylersem alay ederler benimle: 2 günlük gözaltı, aç bırakılma, uykusuzluk, 2 - 3 saatte bir, odaya alınıp tehdit ve bir tokat... (O tokadı atanı da iyi hatırlıyorum: Beni 2 defa Dev - Genç dergisi önünde göz altına alan, bir vosvosa koyup emniyete götüren ve orada tokatlayan adam, 12 Eylül'de DAL grubunda arkadaşlarıma ve kardeşimi sorgulayan Kemal Yazıcıoğlu'ydu).

Ne kadar yattınız?
- 1 yıl... Cezaevine "hayat üniversitesi" derler. Oraya "hiç düşmeyen eşek, ama 2 kez düşen eşşekoğlueşşektir". Ben daha önce de kısa sürelerle içeri düşmüştüm. Hapiste biraz da cezaevi yönetiminin göz yumması ile içeriye 'gizlice' soktuğumuz kitaplarla tam bir üniversite hayatı yaşadım. Marksist klasikler başta olmak üzere, ODTÜ kütüphanesinden getirttiğim İngilizce kitaplarla da desteklenen iyi bir kütüphanem olmuştu. Günlük spor, öğleden önce toplu eğitim, öğleden sonra serbest okuma... Can güvenliğimiz, yemeğimiz, okuma imkanımız vardı. Ziyaretçi arkadaşlardan gönüllü içeri düşmek isteyenlerin sayısı hiç de az değildi.

Dışarda hayat nasıldı?
- Her gün ölümle burun burunaydık. Hangi köşeden ne zaman üstümüze kurşun sıkılacağını bilmiyorduk. Akşama eve sağ dönüp dönmeyeceğimi bilemediğim kaç uykusuz gece geçirdiğimi hatırlamıyorum bile... Ömrümüzün fazla uzun olmayacağı konusunda çoğumuzun inancı kesindi. Hatırlarım, aramızda kaç yaşına kadar yaşamak istediğimizi konuşurduk. Benim idealim 27 yaşına kadar yaşamaktı.

Ama sonra kaçtınız hapishaneden...
- Hakkımda istenen cezaların toplamı 750 yıla yakındı. Bir grup arkadaşla birlikte, koğuştan, cezaevinin bir başka binasına uzunca bir tünel kazdık. Bu binanın penceresinden yola atlayacaktık. Dışarıdaki arkadaşlara durumu açtım ve yardım istedim. Fakat onlar kaçış planımızın okul kantininde bile dile düştüğünü, kaçarsam mutlaka öldürüleceğimi söylediler. 'Ya pusuda öldürülürsem' diye düşündüm. Ve kaçmamaya karar verdim.

Sonra neden karar değiştirdiniz?
- Komik bir nedenle... Bir gece rüyamda Tursil çamaşır tozu gördüm. Bizim koğuşta 40 yaşlarında bir gece kulübü sahibi vardı. Yılmaz Güney sevgisi nedeniyle siyasiler arasında kalıyordu. 'Kenan abi bu rüyanın anlamı ne' diye sordum. 'Beyaz ferahlıktır, özgürlüktür. Siz özgürlüğe kavuşacaksınız' dedi. Oysa kaçma planından haberi yoktu. Rüyam ve Kenan abinin yorumu, kararımı, dolayısıyla da hayatımı değiştirdi. O gece (12 Mart 1977) firar ettik. Marangozhane penceresinden yola atlamadan önce duvara Nazım'ın meşhur dizelerini yazdık: "O duvar, o duvarınız... vız gelir bize vız..."

Hemen yurtdışına mı çıktınız?
- Hayır, 7 ay Ankara'da kaçak yaşadım. Tecrübeyle sabittir, genellikle polisler gün ışımasına yakın ev basarlar. Bir dönem sonra korkudan geceleri uyuyamaz oldum. Kaldığım evlerde, sabaha kadar pencere aralığından yol gözlüyor, bir polis baskınında nereden nasıl kaçabileceğimi veya evin hangi bölmesine saklanabileceğimi hesap ediyordum. Ancak gündüzleri uyuyabiliyordum. Sonunda arkadaşlara yük olduğumu düşünüp yurtdışına, Almanya'ya gitmeye karar verdim.

Dev - Yol davası başladığı gün, gazeteci olarak Ankara Mamak'taki duruşma salonundaydım. 12 Eylül'ün üzerinden 2 yıl geçmişti. Sanıkların en ön sırasında oturan kız, liseden sınıf arkadaşımdı. Salona girer girmez göz göze geldik.
2 yıl sonra ilk kez dış dünyayla karşılaşıyor ve bir dost bakışı görüyordu. Korkudan selamlaşamadık, ama gülüştük gözlerimizle... Salonda onunla birlikte 574 sanık vardı. 186 idam isteniyordu.
***
Devrimci Yol, "solun en kitlesel hareketi" olarak biliniyordu. Ancak onca öğrenciyi örgütlemiş, mahallelerde direniş komiteleri kurmuş örgüt, 12 Eylül'le bir gün içinde tarumar olmuş, liderleri hapsedilmiş, sempatizanları da dağılıp gitmişti.
Ya dava?.. İnanmayacaksınız ama, aradan 20 yıl, yani neredeyse bir ömür geçti, ama Dev - Yol davası bitmedi. Bu ay sonunda son savunmaların yapılması ve bu tarihi davanın sona ermesi bekleniyor.
***
Taner Akçam, o hareketin beyin kadrosundandı.
Yazar Dursun Akçam'ın oğlu...
Devrimci Gençlik dergisinin yazı işleri müdürü... İddianameye göre "örgütün merkez komitesi üyesi"...
İlk duruşmada o yoktu. 12 Eylül'den önce yurtdışına kaçmıştı. Bir süre Devrimci Yol'un Avrupa sorumlusu olmuş, 1987'de siyasetle ilişkisini kestikten sonra Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalışmıştı.
Onu, bu dizi içinde okuyacağınız Kürşat Timuroğlu cinayetiyle ilgili bilgi almak için arıyordum. Amerika'da buldum. Michigan Üniversitesi, sosyoloji bölümünde misafir profesör olarak çalışıyordu.
İnternet aracılığıyla yazışmaya başladık.
Biz yazışırken Dev - Yol davası son aşamaya geldi.
Bunun üzerine "sanal sohbet"imiz, 80 öncesine, devrimci harekete, Dev - Yol'a ve genel olarak solun durumuna uzandı.
Onun yerine "kişisel bir muhasebe" yapmayı yeğledi.
Bu anılarda, ömrünü ya içeride dışarıdakileri ya da dışarıda içeridekileri düşünerek geçirmiş bir kuşak için unutulmaz dersler vardı.

Taner Akçam 80 öncesi KADIN - ERKEK İLİŞKİLERİ için, "Memur kültürü cinsel özgürlüğü öldürdü" yorumunu yaptı
80 öncesi solda kadın - erkek ilişkileri nasıldı?
- 68'li abilerimizin, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bu alanda yaptıkları en önemli kültür devrimlerinden biri de cinsel özgürlüktü. Ayrıca anne baba karşısında bacak bacak üstüne atarak oturmak, onların yanında sigara içmek gibi anti - otoriter tavırlara çok önem verilirdi. Cinsel ilişki için evlilik şartı aramayacak kadar özgürlükçüydüler. Benim zamanımda sadece öğrenciler değil, öğrenci önderleri bile ODTÜ'de el ele dolaşır, öpüşürdü. Son derece normal ve doğal bir öğrenci hayatıydı bu...

Ama "benim zamanım"a gelindiğinde mesela ODTÜ'de öpüşmek ayıplanır, yasaklanır olmuştu?
- Hareket büyüdükçe, "halkımızla" tanıştıkça, onun değerlerine de sahip çıkmaya başladı. Aslında "değerler" dediğim, "memur kültürü", "şehirli küçük burjuva kültürü"dür. Ne kalbur üstü burjuva sınıfında, ne de köyde (özellikle bizim yörelerde) yoktur böyle "namus bekçiliği".

Ama "Hareket" bu işe soyundu, değil mi?
- Aslında bu önce "örgütsel nedenler"le izah edildi. Evlilik, gizlilik esasına dayanan örgütsel ilişkiler açısından sorun yaratabileceği için, buna örgütün karar vermesi fikri makul görünüyordu. Sonuçta çocuklarının evlenmesine karar veren veya yasaklayan ebeveynlerin yerini örgüt aldı. Örgüt "sorumluları", kimin kiminle evlenmesinin uygun olup olmadığına karar vermeye başladı. Sonuçta örgüt, evlilik öncesi ilişkilere de "yasakçı" gözle baktı ve bazı üniversitelerde "ahlak zabıtaları" kurdu.

Siz kendi aranızda nasıl yaşıyordunuz?
- Biraz espri ile anlatayım: ilk sorun "mühim adamlar" ve onların "kız arkadaşları veya eşleri" arasında çıktı. Bazı arkadaşlarımız, mücadele geliştikçe "mühim adam" oldular. "Mühim adam"ın en zayıf halkası ise "karısı veya kız arkadaşı" idi. çünkü bu "kadın eş veya arkadaş" da devrimciydi ve faaliyetlerde bulunuyordu. Polisin onları takibe alarak "mühim adamlar"a ulaşma tehlikesi vardı. Buna engel olmanın yolu "mühim adam hanımları"nın devrimcilik yapmasını yasaklamaktı. Öyle de oldu ve "mühim adam hanımları" için evde oturma zorunluluğu çıktı.

Kampüslerde devrimci kadınlar "bacı" diye anılırlardı.
- Evet, hareket içinde kadınların yükselebilmeleri bir meseleydi. Erkek değerler ve "delikanlılık" örgütlere egemen olduğu için kadının yükselme şansı ancak, "erkeği taklit etmesi", erkek gibi davranması ile mümkündü. Kadınca olan her tavır bu yükselmenin önünde bir engeldi. Kadın olmak değil, "anti - faşist mücadele veren" kadın olmak önemliydi.

Hareket içinde yükselenler de aynı şekilde mi yaşıyorlardı?
- Bu, bölgeden bölgeye farklıydı. Aydın ve "entel" çevrede veya hareketi başlatan çevre içinde ilişkiler bu denli katı değildi. Ama aşağıya indikçe, taşraya yayıldıkça ilişkiler sertleşiyordu.

YARIN: 12 Eylül geliyor: ‘Gerçeğin ağır tokadı: Halk darbeyi destekledi’