İstanbul yeme-içme ve eğlence hayatı giderek daha dar alanlara sıkışıyor ve herkes kendi mahallesinde sosyalleşmeyi tercih ediyor. Beyoğlu’nun artık klasikleşen mekanları bile İstanbullulardan çok, yabancı turistleri ağırlıyor. Oysa Beyoğlu’nun yeri her zaman ayrı...
stanbul yeme-içme ve eğlence hayatında önemli değişiklikler var. Bakınız yılbaşı gecesi. Cihangir, Teşvikiye gibi semtler 2015’e elektrik kesintisiyle girdi. Yılbaşı kutlamaları Taksim Meydanı
ve Nişantaşı, Abdi İpekçi Caddesi’nden Etiler, Nispetiye Caddesi’ne taşındı.
Sadece bunlar da değil, asıl en önemli değişiklik, artık herkesin kendi mahallesinde sosyalleşmeye başlaması... Çoğu zaman mecbur kalmadıkça mahalle dışına çıkmak bile gelmiyor kimsenin içinden. Tabii bunun en büyük sorumlusu İstanbul trafiği. Kimse trafikte saatler geçirmeyi göze almıyor.
Her semt kendi buluşma noktasını yaratıyor
Artık her semt kendi buluşma noktalarını yaratıyor. Örnek verelim. Eskiden Balıkçılar Çarşısı, Kazan ve Kamburun Bahçesi gelirdi Beşiktaş denince akla, şimdi ise sofistike yemekleriyle dikkat çeken Gile Restaurant’dan Taksim’in Çin mutfağıyla ünlü lokantası Çin Büfe’ye, yeni açılan şık kafe-bar Joker No. 19’a kadar seçenekler artıyor.
Topağacı bile kendi sosyalleşme alanlarını yaratmış durumda. Semtin yeni mekanları Kozmonot ve
Union 22 servis konusunda hâlâ hiç ilerleme kaydedememelerine rağmen tercih ediliyor. Etiler-Bebek civarındakiler kendi rotalarından çıkmıyor, Kadıköy Balık Pazarı ise Nevizade’nin eski günlerini yaşatıyor.
Eskiden “Yeni mekanlar Beyoğlu gibi tarihi bir semtin ruhunu öldürür mü?” diye soruyorduk. Çok değil, bundan beş-altı yıl önce Tepebaşı’nda Ayşe Kucuroğlu Public’i ve Mithat Can Özer 11.11’i açtığında “Tünel’de vale ve korumalı mekanlar olur mu?” tartışmaları yapıyorduk.
Ondan da önce Mısır Apartmanı’nda 360 ilk açıldığında İstiklal Caddesi’nde şoförlü arabalardan geçilmiyordu. “Caddenin trafiğe kapalı olması bile kimseyi durduramıyor” diyorduk. Sonra ne oldu? 360’ın açılış tantanası bitti.
Her şey çok kısa sürede normale döndü.
Bir ara Asmalımescit’te kalabalıktan yürünemiyordu. Oysa Tünel ve çevresi konut alanı değildi. Gece kulüplerinin gürültüsünden semt sakinlerinin uyuyamadığı bölgeler de değildi.
Yedi gün 24 saat açık bir yaşam alanıydı Beyoğlu. Her tarz insanla burada karşılaşabiliyordunuz. Beyoğlu’na asıl ruhunu veren de bu insanlardı zaten. Peki ama şimdi durum nasıl?
Bizden başka Türkçe konuşan yoktu
Bütün bunları Asmalımescit’te
9 Ece Aksoy’da yemek yerken konuşuyoruz. İçeriye çok sayıda kişi giriyor. Fransızca konuşan da Almanca konuşan da var ama bizden başka Türkçe konuşan kimseye rastlamıyoruz gece boyunca. Sadece yabancı turistler geliyor, menüyü sorup bir masaya yerleşiyorlar. Tam karşıdaki Delicatessen’de de durum aynı görebildiğim kadarıyla.
9 Ece Aksoy’a gelmeden önce Pera Palas’ta, şimdiki adıyla Pera Palace Hotel Jumeirah’da çay saatindeydik. Orada da durum aynıydı. Tuhaf ama 1 Ocak akşamı Tepebaşı ve Asmalımescit’te bizden başka Türkçe konuşan kimseye rastlamadık.
Çok değil, birkaç yıl önce “Etiler kalabalığı Beyoğlu’nu bozar mı?” tartışmaları yapıyorduk. Şimdi ise Beyoğlu İstanbullular tarafından neredeyse terk edilmiş durumda.
Şehrin en güzel yerlerinden biri
Birkaçgün önce Kumbaracı Yokuşu’ndaki bir butik otelde özel bir film gösterimine katıldım. Oraya giderken de çok yakın olmasına rağmen başta ne kadar tereddüt ettiğimi hatırlıyorum. Kısa sürede şehrin en iyilerinden biri olan, Civan Er’in Yeni Lokanta’sının önünden geçerken içerisinin nasıl da yabancı turistlerle dolu olduğu da geliyor gözümün önüne.
Uzun zamandır Beyoğlu’nu ihmal ettiğim için kızıyorum kendime. Şehrin en kozmopolit ve en güzel yerlerinden biri. Yakup’tan Münferit’e, Nupera’dan Off Pera’ya, Adana İl Sınırı’ndan Sefahathane’ye, Büyük Londra Oteli’nden Mama Shelter’a sevdiğimiz o kadar çok yer var ki burada.
2015’te Tepebaşı’nda açılacak, üyelik sistemiyle çalışan kulüp Soho House, Londra kökenli İtalyan restoranı Cecconi’s, İzzet Çapa’nın restoran-kulübü Konsolos, Tolga Sezgin-Can Soylu’nun restoran-barı Dorsia’ya sayılı gün kaldı. Ambulansın peşine takılan arabalara benzemeden, lokomotif bir yeni mekan açılmadan da Beyoğlu’nu yeniden sahiplenmeliyiz. Ne trafik ne de başka bir şey gözümüzü korkutmalı.