Haftaya Lucca’nın 10’uncu yıl kutlaması damga vurdu. Lucca müdavimleri “black tie” kostümleriyle soluğu birkaç gece üst üste Lucca’da aldı. Sanat dünyası ise Tomtom Gardens’daki Contemporary İstanbul partisi ve “Tomtom Calling” sergisinin açılışında bir araya geldi
Yaklaşık 14 saatlik Tokyo-İstanbul uçuşunun üstüne doğru Lucca’ya gidilir mi? Gidilir. Söz konusu Lucca’nın yaratıcısı Cem Mirap’ın sürpriz doğum günü partisi olunca hiç tereddüt edilmez. Sürpriz partilerin çoğunda sürpriz önceden bozulur. Neyse ki öyle olmuyor,
Cem Mirap, Lucca’ya iş için geldiğini sandığında kendisini doğum günü partisinde buluyor.
Cem Mirap bu hafta 40’ıncı yaşını, Lucca ise tam 10’uncu yaşını kutluyor. Çarşamba akşamı yapılması planlanan kutlamalar da sürpriz nedeniyle pazartesiden başlıyor.
“Black tie” sevildi
Son zamanlarda davetiyelerde dikkat çeken bir “black tie” hadisesi var. Aslında “dress code” için ne yazılırsa yazılsın, bizde herkes canı ne isterse onu giyip geliyor. Kırmızı halılı ödül törenlerine en sıradan kıyafetleriyle gidenler de oluyor, en olmadık yerde kuyruklu tuvaletle gördüklerimiz de... Alışığız.
Yine de pazartesi ve çarşamba akşamı Lucca’da düzenlenen partilerde durum farklı, Lucca müdavimlerinin de Cem Mirap’ında belli ki hoşuna gitmiş “black tie”. Bazılarına ise akşamüstü yürüyüş sonrası eşofmanlarıyla gitmeye alışık olduğu Lucca’ya smokin ya da gece elbisesiyle gitmek fazla gelmiş. Ama zaten güzel olan da bu, Lucca’da her halinizle rahat ediyorsunuz. Dışarıdan hiç belli olmasa da içine girince öyle rahat bir havası var işte.
“Mekan değişti, biz aynıyız” diyordu herkes
Melisa Çakarlar bir köşede telefonundan Cem Mirap ve Emir Uras’ın daha ilk kez Bebek’teki boş mekanda bir araya geldikleri günün karelerini gösteriyor. Herkes, doğru olsa da olmasa da, “Mekan değişmiş, biz aynıyız” diyor gülerek. Gerçekten de 10 senede gözle görülür büyük değişiklikler yok Lucca müdavimlerinde.
Evet, Lucca’da başlayan, bazıları devam eden, bazıları çoktan biten aşklar, ilişkiler, arkadaşlıklar, dostluklar oldu. Hatta sırf bu yüzden Lucca’da konuşlanılan köşeler değişti yıllar içinde. Eskiden tuvalet önünde sosyalleşmeyi tercih edenlerin bir kısmı çoluk çocuğa karıştı, artık Lucca’nın ana caddeye değil, sokak arasına bakan köşesini tercih ediyorlar. Her şeye rağmen 10 yılda hâlâ iyi görünüyor Lucca müdavimleri. Hatta 10 yıl önce olduğundan çok daha iyi
görünenler de var aralarında.
Sadece müdavimler değil, Lucca da bayramda bir süre kapandı ve bakıma girdi. Zorlu Center’daki kardeş mekanı Cantinery’nin tasarımını da yapan New York’lu tasarım ofisi Roman & Williams mekana ufak tefek dokunuşlarda bulundu. Ruhunu bozmamak
için o kadar minik değişiklikler yapıldı ki arada fark etmeyenler bile oldu. Oysa en önemli değişiklik aydınlatmaydı. Ne de olsa, bir mekanın en önemli özelliklerinden biri aydınlatma. Hem gözler yorulmayacak hem de birbirimizi rahatlıkla görebileceğiz. Çok karanlık olursa hiç şansı yok, yemek ne kadar iyi olursa olsun.
İstanbul mekanlarına öncülük yaptı
Lucca popüler bir buluşma mekanı olmasına rağmen yemek, içki ve servise en çok önem veren yerlerden. Ayrıca İstanbul mekanlarına başka alanlarda da öncülük etti. İstanbul’da çağdaş sanata galerilerden sonra ilk kez duvarlarını açan mekan oldu. Lucca Art’ta Burhan Doğançay, Sıtkı Kösemen gibi ustaların işlerini bile gördük. Sadece sanat da değil, moda konusuna da el attı Lucca. Vintage’ın İstanbul’da en popüler olduğu dönemde Ece Sükan ve Ahu Yağtu ile birlikte “Vintage Saturdays” diye vintage günleri düzenledi.
Dile kolay, şimdi tam 10 yıl olmuş. Pazartesi akşamı Lucca’da olanlar “Çarşamba da gelecek miyiz?” diye soruyordu birbirlerine. Sonuç, her yerden ve her şeyden çok hızlı sıkılan İstanbul eğlence hayatının tanıdık isimleri aynı haftanın iki gecesini hiç düşünmeden Lucca’da geçirdi. Hem de başka bir yere giderken mırın kırın edecekleri “black tie” kostümleriyle. Sırf bu bile gösteriyor Lucca’nın kalbimizdeki yerini.
Demir Demirkan meselesi
Lucca’daki partide özellikle kadınların en çok dikkatini çeken Demir Demirkan oldu. Hayır, görüntüsüyle değil, tamamen 18 yılın sonunda yaptığı “Ben ayrıldım” açıklamasıyla.
Lucca sonrası Pizza Emirgan’a gidildiğinde ister istemez, “Şimdi Sertab Erener şarkısı çalınacak mı?” konuşmaları yapıldı. Sertab Erener şarkıları başlayınca Demir Demirkan hiç istifini bozmadan, hatta gülümseyerek şarkılara eşlik etti. Keyfi son derece yerinde görünüyordu, uzun ilişkiden çıkıp özgürlüğünü kutlamak için kendini gece hayatına atan her bekar gibi.
İki kişi arasındaki ilişki bizi hiç ilgilendirmez, ta ki bir taraf çıkıp da “Ben ben ben” diye bir basın açıklaması yapana kadar. İşte öyle bir açıklamadan sonra konu ister istemez iyice çirkinleşebiliyor, mal paylaşımına kadar gelebiliyor. Ama bunu yapan da en azından bu sefer basın değil, Demir Demirkan’ın ta kendisi diye düşünüyordum. Kriz yönetiminde herkesin aynı derecede olaylara ve kendine hakim olmadığını-olamadığını görene kadar. Kimse durup dururken böyle açıklamalar yapacak hale gelmiyor. Vardır bir nedeni. Ve aslında hiçbirimizi ilgilendirmez.
Tomtom’da neler oluyor?
Son 10 senedir yükselişte olan
bir ilgi alanı var İstanbul’da: Çağdaş sanat. Çağdaş sanata artan ilgiyle birlikte Tophane de dönüşüm geçiren semtlerden biri oldu. Birçok sanat galerisi, atölye ve tabii tasarımcı dükkanı açıldı. Özellikle İstiklal Caddesi’nden Karaköy’e uzanan ve Tophane Art Walk’a da ev sahipliği yapan Boğazkesen Caddesi sanat güzergahının tam ortasında kaldı.
Bu haftanın en çok konuşulan partilerinden biriyse işte buradaydı. Contemporary İstanbul’un kasım ayında ilk sayısını çıkaracağı CI Magazine’in yeni açılan Tomtom Gardens’daki lansman partisinde buluştu sanat dünyası.
Partinin yanı sıra bir de
önemli bir sergi vardı. Daire,
Mixer ve Pg Art Gallery’nin sanatçılarının işlerinden oluşan sergi, aynı zamanda bu üç galeriyi bir araya getiren ilk sergi olma özelliğini taşıyor. Üç galerinin de
en önemli özelliği genç sanatçılara yer vermeleri.
“Tomtom Calling” başlıklı sergide hangi sanatçıların işlerini görebileceğiz? Ahmet Duru,
Berkay Buğdanoğlu,
Buğra Erol, Cemre Yeşil, Cins, Devran Mursaloğlu, Dilek Öztürk, Elçin Ekinci, Günnur Özsoy,
Kemal Tufan, Kerem Ozan Bayraktar, Maura Sullivan,
Sırma Doruk, Sibel Horada ve Tuğçe Çubukçuoğlu.
Sergi, 1 Kasım’a kadar
devam ediyor. Bir an önce
gezmekte fayda var.
(Boğazkesen Cad. Tomtom Kaptan Sok. Tophane)
Kyoto hatırası
Her sabah başka bir şehre doğru yola çıkıp, her gittiğiniz şehirde aylardır hazırlanarak sizi bekleyen farklı bir senfoni orkestrasıyla prova yapıp hemen sonrasında da sahneye çıkmak kolay iş değil. Sonunda bitmek bilmeyen alkışlar olsa da... Kyoto’daki konser sonrasında, Okinawa konserine doğru yola çıkmadan Fazıl Say’la bir araya gelme şansımız oldu. Bakmayın yüzümüzün güldüğüne, daha o zaman başka bir gezegende, Türkiye’de olan bitenden habersizdik. Daha o zaman Say bir açıklama yapma gereğini de hissetmemişti. Keşke eserleri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası programından çıkarılmasaydı ve açıklamasına hiç gerek kalmasaydı.