Tanıtım, tanıtım diye başlıyorlar. Tanıtımın böylesi, öylesi diye devam ediyorlar. Sanki çok önemli bir şey söylüyorlarmış gibi "Çok önemli, evet çok önemli" diyorlar. Veya "Yenilsek bile Türk insanını tanıyorlar artık", ya da başka bir klasik, "Türkiye’yi, Türk’ün ne olduğunu gördü bütün dünya" diye bitiriyorlar.
Söyleyenlere bakıyorum. Hepsi olmasa da çoğu, hadi çoğu olmasa da yarısı diyelim, ne Türkiye’yi tanıyor, ne de Türk’ü. Hatta kendi kendini bile tanımayanlar var aralarında. Önemli tabii ilk dörde kalmak. Herkesin seyretmesi, konuşması, anlatması, yazması, çizmesi. Önemli olmaz mı? Önemli de her ağızda her an olacak kadar da değil. Tadı kaçan ciklet gibi oluyor sık çiğnedikçe. Ne yani Hasan Şaş golü atmasa, ya da Ümit Davala veya iki bücür (Emre - Yıldıray) pres yapmasa, ya da üç - beş kanat akını olmasa, olamasa, kısaca yenmesek Çin’i, Japonya’yı, Senegal’i veya yenemesek, daha da kısaca yenilsek, çok çok daha kısaca futbolu beceremesek, hatta hatta futbol hiç olmasa Türkiye’de, tanıtamayacak mıyız ülkemizi. Tanınmayacak mıyız? Veya tanımayacaklar mı bizi ? Ayıp ya. Evet, tanınmışız artık.
Daha önceleri fark edilmiyorduk. Çaktırmadan dolaşıyorduk. Uyandılar. Bizler esmer, çoğumuz bıyıklı, iyi futbol oynayan, Japon selamı veren bir ülkeyiz. Herkes gibiyiz. İki gözlü, iki kulaklıyız. Çift delikli burunlarımız var... Ne yapayım yani, Türkiye’yi mi anlatayım size şimdi. Hani İtalyan’a, Alman’a, Fransız’a çok anlattım da, size anlatmak zor geliyor vallahi. Nerden gelmiş, nereye gitmiş. Ne zaman doğmuş, kimmiş, neymiş... Boşverin, açıp bir ansiklopediyi okuyun. "T" harfine bakın. Ya da TÜ’den Türkiye’ye ulaşın. Karşısında yazılanlara bulaşın. Okumuyorsanız, okuyamıyorsanız, sorun birilerine, bu yaşlı ülkenin geçmişini. Hatta Türk bulamazsanız yakınlarınızda İtalyan’a, Yunan’a sorun. Onlar bilir. Belki de bizi bizden daha iyi bilir. Anlatırlar da. Belki kıskanırlar yaşımızı başımızı, hatta aşımızı ama tanırlar bizi. Hepsi olmasa da bir kısmı diyelim, sevmese de saygı duyarlar. Onlar da o kadar eskidir, yaşlıdır, değerlidir çünkü. Uygarlıkları yani. Veya kökleri. Hani İtalyan’ın dediği gibi. "Bana ne Amerika’dan, Amerikalı’dan. Ben 1400’lerde rönesans mı, mönesans mı diye vıdı vıdı yaparken, onlar doğmamıştı bile." Anlıyorsunuz değil mi, nereye bağladığımı. Eski her zaman eskidir. Hem önemlidir, hem değerlidir. Hem de tecrübeli tabii. Abdürrahim Albayrak’ın ofisinde nasıl milli maç seyrettiğinin çok izlendiği bu ülkede, gol de tabii önemlidir. Ve futbol da. Ama...
Sizi fazla sıkmadan, sıkıştırmadan, her şeyi bu bölüme tıkıştırmadan işte size bir ara başlık. Hem siz, hem de köşe rahatlasın.
Ama deyip kalmıştık. Ama ile başlayalım o zaman. Ama... Güney Doğu’nun, Doğu’nun altında sakladığımız uygarlık, Batı’nın kültürü, Karadeniz, Cumhuriyet’in Ankara’sı veya Ankara’nın Cumhuriyeti’i, İstanbul da önemlidir. Mesela içinde bir Monaco (Moda), bir Milano (Nişantaşı), bir Roma (Beyoğlu) bulunan İstanbul, oynadığımız futboldan, hatta Senegal maçındaki futboldan da daha değerlidir ve daha da önemlidir. Tanıtım gereklidir de, ama tanıttığınız malın değeri olursa. Mesela basın toplantıları. Hakan Şükür, çatlatıp, patlatacağına Doğu’dan iki kare fotoğraf gösterse ya da iki laf etse, Karataşlı Hasan Şaş, avukatlığa özeneceğine bütün dünyanın ilgisini en çok çektiği anda hiç olmazsa Adana’nın Karataş’ının reklamının yapsa, 07 Okan, 08 Rüştü veya 14 Haluk bey, Karadeniz yaylalarından, Güney’in doğusundan bahsetse. Japonya’ya getirilen eşler, bronz tenleriyle Güney’in kıyılarını ve güneşini anlatsa, 09 Şenol Güneş, Zeugma, Apforodiasas, Bergama vesaire için çenesini yorsa, tanıtımın ağa babası olurdu Kore - Japonya’da.
Kafilede sorumlusu, sorumsuzu, doktoru, mentöru, masörü, ıvırı zıvırı çoktu. Hem de çok oğlu çoktu. Ama ne yazık ki bir turizm filozofu veya bir metin yazarı yoktu. Hani basın toplantılarında kimin ne diyeceğine karar verecek.
Kısa çok kısa, hatta kısacık bir ara daha verelim. Ve bir başka Köyün Delisi klasiğiyle takılalım yine size. I ve II. bölüm çok sıkmadıysa eğer, III. bölümü de okumanıza vallahi de billahi de değer.
Benim milliyetçilik anlayışım da bu işte. Biraz farklı galiba. Ben de bu ülke için dua ediyorum, ben de bu ülkeyi seviyorum. Ama bunu açık saçık Köyün Delisi’nde yazdığım için de kendimden utanıyorum. Sanki birilerinin şüphesi varmış da, temize çıkarıyorum kendimi diye. Evet utanıyorum.
Türkiye, eskisiyle, yenisiyle, denizi, yeraltı - yer üstündekileriyle, camiisi, mimarisi, sanatı, sanatçısı, kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı, farklı dinli, farklı dilli mozaiğiyle kafası çalışan, azıcık okuyan yazan herkesin bildiği bir ülkedir. Kendine layık yöneticileri bulamadığı - hadi bulurken zorlandığı diyelim - için tanıtılmamıştır, tanıtılamamıştır.
Milletvekilleri, bakanlar, devletin cebinden, futbolun üstünden siyaset yapacaklarına, o şimdi vermek istedikleri milyonlarca dolarları ortada maç filan yokken de ülke tanıtımına ayırabilseler, ne Hasan Şaş’ın, Yıldıray’ın gol atmasına, ne Türkiye’nin tanınması için iyi futbol oynamasına gerek kalmayacak. Dünya üçüncülüğü veya dördüncülüğü her neyse, o da bu güzel ülkenin sosu olacaktı.
Bu Hasan iyi çocuk. İyi insan da galiba. Temiz, tertemiz, içinden geçeni söyleyen bir Adanalı o. Üstelik iyi futbolcu da. Hatta iyi değil, çok iyi futbolcu. Suratına biraz siyah boya sürseniz, Brezilyalılar’ın içine koysanız, 40 - 50 milyon dolardan aşağı ne alabilirsiniz, ne de satabilirsiniz.
Ama son dediği, ne yenilir cinsten, ne yutulur. Hatta ne de çiğnenir ve de ne de unutulur cinsten. "Bizi eleştirenlerin cezasını halk versin" dedi. Bu cümleye ne denir, "pes" herhalde. Demek milli takım kalecisini girip, üstelik kendi tesislerinde, dövdüklerinde onun için sesleri çıkmamıştı. Derviş’in pardon Hasan’ın fikri neyse, zikri de oymuş. Halk vermişti onlara göre belki de Rüştü’nün cezasını.
Şu söylenecek laf mı? Şimdi üstelik gri hücrelerimiz yok olmuş gibi anlatmak zorundayım bir de. Eve giren hırsızın, adam öldüren katilin, devleti soyan iş adamının cezasını kim veriyorsa Türkiye’de, eleştirininkini de o verir. O da eleştirilen şikayetçi olursa. Ve de eleştiren de suçlu bulunursa. Bir dahaki Avrupa ve Dünya futbol şampiyonasında TRT mikrofonu verirken onlara şöyle demeli: "Bu mikrofonu iyi futbolcu olduğunuz ve iyi futbol oynadığınız için size tutuyoruz. Başka birşey için değil. Lütfen bu iyi yaptığınız işiniz için konuşun"...
Sayın Turizm Bakanı bugün yerimiz dar. Ama unutmayın
XXVI. haftada yazılı var. Geçmiş derslere bir göz atın lütfen...
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010