Üç büyükleri soran sorana. Merak ettikleri, basketbol şubeleri tabii. UEFA’nın istediği gibi futbol kulüpleri mi olacaklar. Hadi açık açık bir tanesini yazalım.
Galatasaray Futbol Kulübü. Bakalım kulağa hoş gelmese de, göze nasıl geliyor. Pek fazla değişen bir şey yok zaten. Eskiden futbol şubesi menajerleri gibi davranan sayın başkanlar, artık futbol yönetim kurullarının mali işler sorumluları gibi konuşuyorlar. Bütün fark bu kadar. Ama haksız da değiller. Şartlar zorluyor onları. Üç İstanbullu, Ankara ile pazarlık halinde anlayacağınız. İstedikleri de, hani derler ya Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayalım, "Para, para, para"... Bağış değil tabii bu istenen, ya da avanta. Dilenmiyorlar yani. Bu sıcaklarda kafanızı teknik detaylarla doldurmayalım. Rakamlarla da sizi boğmayalım. Küçük bir örnek.
Mesela, stat gelirlerinden kesilen yüzde 18 paylar. Hiç olmazsa, yüzde 10’unu geri versin devlet bize diyorlar. Mahmut Uslu, "Mydonose Showland’den yüzde 8 de, niye Şükrü Saracoğlu’ndan yüzde 18" diye haklı olarak soruyor. Üstelik eğer alırlarsa o yüzde 10’ları, nerede, nasıl kullandıklarını da belgeleyecekler devlete. Kısaca yani, müessese kulüplerine tanınan vergi avantajlarının onlara da sağlanması niyetleri. Brütü burada kesip, netiyle devam edelim. Fazla da uzatmayalım.
İş, Bakan Ünlü’de bitiyor. Dağa çıkan, golf oynayan sayın Bakan, artık salonlara da dalmalı. Basketbolun üç küçüklerinin istedikleri halledilmeyecek şeyler de değil. Üstelik kararlı gibiler de. Hadi denir ya, en kötü karar kararsızlıktan daha iyidir. Fikret Ünlü spor adamı ama, adı üstünde politikacı da. 3 Kasım’da seçim var. Bir araştırma yaptırırsa seçmenleri üstünde, içlerindeki Galatasaray, Fener, Beşiktaşlı sempatizanı sayısını öğrenir zaten. Üç büyüklerin basketbolda onun zamanında küçülmesi, hem ona puan kaybettirir, hem de kaldıysa eğer partisine. Yeni Oluşumculara bile kaçamaz. Özkan - Derviş - Cem üçlüsü sırtındaki bu kamburla sayın Ünlü’ye seçim öncesi pek sıcak bakmazlar vallahi.
Yalçın Granit’i aradım. Ne olup, ne bitiyor ağabey deyince başladı anlatmaya, "Altı üstü 1 - 1.5 milyon dolar" dedi, Yalçın ağabey "Konu edilen rakamlar". Sonra devam etti: "1.5 milyon dolara mesela, şampiyonluğa oynayan takım kurulur. Özerk olmalı şubeler diye yıllardır söylüyorum. Yönetim kurulları, futbol yönetim kurulları gibi çalışıyor. Basketbol da kendi yönetim kurullarını kurmalı. Ama o da yetmez, tabi para bulunmalı. Spor salonlarının önünde binlerce, onbinlerce Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Fenerbahçeli çocuk dolaşıyor. Siz görmeseniz de, ben görüyorum onları. Kazanan takımları olmadığı için içeri girmiyorlar. Salonlar onun için boş"...
Yalçın ağabeyin söylediklerine bir şey eklemeye gerek var mı? Dertli anlayacağınız basketbolun duayeni. Biliyor ki, basketbolun kapanması diğer şubelerin de sonunun başlangıcı olacak. Ama işin bir de traji komik bir yönü var ki, yazmadan geçemeyeceğim.
Herkes basketbolu basketbol adamları yönetsin derken tam tersi oluyor. Eski basketbol coachu ve basketbol adamı Uslu’nun da içinde bulunduğu Fenerbahçe Futbol Yönetim Kurulu, eski Fenerbahçe basketbol takımı kaptanlarından, eski menajerleri, Basketbol Federasyonu Asbaşkanı ve milli takımlar sorumlusu Kemal Dinçer’i basketboldan alıp, futbolun başına geçiriyor.
Altı kişiydiler. Kemal Dinçer, Doğan Hakyemez, Aydın Örs, Çetin Yılmaz, Tolga Öngören, Murat Özyer. İkisini Ülker, birini Aziz Yıldırım aldı, elimizde üç kişi kaldı. Hikayenin neresinden tutsam, elimde kalıyor. Düşünün Avrupa ikincisi Türk Milli Basketbol Takımı, futbola örnek gösterilen teknik ekibi veya o ekibin ruhu...
Yorumsuz anlatalım. Ama önce biraz geriye dönüp hatırlayalım. Ülker ile başlayalım. 4 - 5 milyon dolarlık ciddi bütçeleri var. Avrupa Ligi’nde üst seviyede Türkiye’yi temsil ediyorlar, Efes ile beraber. Profesyonel bir basketbol takımı onlar. Coach olarak her coacha olduğu gibi Tolga’ya da teklif götürme hakları var. Gelir misin diye soruyorlar, o da geliyor. Zaten kendi bünyelerindeki Murat Özyer’i de Tolga’nın asistanı yapıyorlar. Hakyemez ve Örs bir durum değerlendirmesi yapıp, haklı veya haksız yollarına onlarsız devam etme kararı alıyorlar. Ve Ülker’den Alaattin Yakan’ı alıp devam da ediyorlar. Kimi Ülker yönetimini suçluyor, kimi de bırakıp giden Tolga ile Murat’ı. Peki ama işin iç yüzü böyle mi? Bence şöyle: Basketbol Federasyonu Hakyemez ve Örs ile sözleşme yapıyor anlaştıkları gün. Ama Çetin, Tolga ve Murat’a tık yok. Tabii sözleşme de. Ve tabii para da ödemiyorlar (Doğan Hakyemez’in söylediğine göre) Böyle şey olur mu Allah aşkına. Olursa da işte böyle olur. Veya böyle başa, böyle traş, ne derseniz deyin.
Sıfır lira alan Tolga’ya, "Ülker’e gel, al sana şu kadar veya bu kadar" deniyor. Kendinizi Tolga’nın yerine koyun ve kararı siz verin. Veya Ülker’in sözleşmeli antrenörü Murat Özyer’in. Hangisinin yerine koyarsanız koyun, balık baştan kokuyor. İşte yine bir Köyün Delisi klasiği. Canım ne alakası var şimdi bunların derseniz eğer, o zaman aşağıdakileri okumaya vallahi de, billahi de değer...
Turgay Demirel, üç asistanla sözleşme yapmış olsa, ne Ülker teklif getirirdi zaten ne de Tolga ve Murat kabul edip giderlerdi. Eleştirilecek kişilerden biri de Milli Takımlar Sorumlusu Kemal Dinçer belki de. Ama o da Fenerbahçe futbol takımının başında idari menajer ve Hido ve İbo ile Indianapolis’te olacağına, Ortega ve Revivo ile Avusturya’da. Dinçer’i, Çetin, Tolga ve Murat ile sözleşme yapmadığı için eleştirebiliriz. Ama Fenerbahçe’nin idari menajeri olduğu için eleştiremeyiz. Zaten kendi deyimiyle ağabeylik yapıyordu milli takımda. Fahri bir görev anlayacağınız. Milli takımlar sorumlusu değildi o, bıraktı diye sorumsuzu da değil. Bu deyimlere yer yok profesyonel dünyada. Aziz Yıldırım’ın, Dinçer ile yaptığı sözleşme onun için de geçerli bir sebep milli takımı bırakması için. Turgay Demirel, Indianapolis öncesi profesyonel bir kadroyu amatörce yönetmek istemiş, ama yönetemeyip, bu olaylara sebep olmuştur. İşte Çetin Yılmaz mesela. Yarın biri çıkıp, hocam bizim başımıza gel al sana ... dolar dese, Çetin hoca ne yapmalı sizce. Kim ona laf söyleyebilir o da giderse.
Size tuhaf gelecek ama daha acayip birşey de olabilir. Can Çobanoğlu ve Kemal Dinçer örnekleri gösterdi ki, management’ın futbolu, basketbolu, voleybolu yok. Düşünün şimdi basketboldan gelen sayın Canaydın, Turgay Demirel’i mesela Galatasaraylı olduğu için Florya’daki idari yapının başına atamak istese ve dese ki, "Sevgili Turgay, sen FIBA başkanlığına bile aday oldun. Çok başarılısın. Al sana 1 milyon dolar, gel şu Galatasaray futbol kulübünün başına geç"... Neler olurdu dersiniz.
Bir kısım okuyucuya,
Geçen hafta Köyün Delisi’ndeki "Bizim anneler nerede" ve "Milli Takım ve Anıtkabir" yazılarına gelen mailler ve tepkiler, bugüne kadarkilerin en fazlasıydı. Önce herkese teşekkürler. Sonra övenleri bir kenara bırakıp, hatta hatta onları da ikiye ayıralım, anlayıp da sövenlere saygı duyup kayıralım. Ama anlamadan vıdı vıdı yapanlara bir iki cümle daha söyleyelim.
Nasıl yazar, yazarlığını bilecekse okuyucu da okuyuculuğunu bilecek. Şöyle bağlayayım. Bağlamak zorunda olmasam da, evet okuyucu okuyuculuğunu bilecek. Bunun da tek bir şartı var ve üstelik çok basit. Okuduğunu anlayacak. Anlamıyorsa, öğrenecek. Üstelik bu da zor birşey değil. Bol bol okuyacak. Sonra birgün fark edecek ki, okuduğunu anlıyor. Kısaca, bir kere daha okuyun. Hata iki, üç, hatta hatta beş, altı, yedi kere. Anlayana kadar.
Saygılarımla Köyün Delisi.
Sayın Turizm Bakanı, yerimiz doldu, sizin için de çok iyi oldu. Bu haftaki yazılı, gelecek haftaya kaldı.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010