Yunan adacıklarındaydık. O adacıktan öbür adacığa turluyorduk. Sonra yorulduk. Sonra da bir balıkçıya girdik, oturduk. Keyfimiz yerine gelmişti. Rum patron anladı ne milletten olduğumuzu. Ne mal olduğumuzu da. Oturun dedi ve karışmayın. Bana bırakın.
Hava müthiş romantik, adacık hafif Rum - antik. Havaya girdim ben de, aniden de bağırdım. Bize balığın Allah’ını getir. Değişti Rum’un suratı. Balığın Allah’ı dedi deniz çipurasıdır. O da bizde değil, sizde. Ama sizde de onu pişiren yok. Pişirenin Allah’ı da sizde değil, bizde. Sonra masaya oturdu. Tabii uzo, tabii meze, tabii balık, tabii salata. Rum - antik adanın romantik Rum’u sanki filozof dedelerinin balıkçı kılığına girmişi gibiydi. Çipura mipura hikayeydi tabii. Onu pişiren veya pişiremeyen de. Kendisi bizde, aşçısı onlardaydı ya. O çipuraları beraber yakalayıp beraber yemeliydik. Belki de halklar olarak politikacılara biz beraber yaşamak istiyoruz demeliydik. Hani Fenerbahçe - Panathinaikos ile oynadı ya dün. Ortega, Rüştü veya Lorant, tabii defansın üçlüsü veya dörtlüsü, liberonun sarkanı, sarkmayanı, alanın daralanı, daralmayanı, kanadı manadı, çiftleşen santrforları önemli. Zaten bakın sağım solum, arkam önüm onlarla dolu. Ama o Rum - antik adanın romantik Rum’u da önemli.
Söyledim ya, en önemli olmayan da; hatta hiç önemli olmayan da gelen çipuraya ne olduğu veya onun nasıl olduğu...
Sık sık ne derim. İşte Fatih Terim. Mesela o Galatasaray’ın da, o olması beklenen şu Galatasaray’ın da, hatta şu Galatasaray gibi bile olamayan bu Galatasaray için de istersem yine şöyle derim. Bu köşe benim ya, hatta ne istersem onu derim. İşte onun için Galatasaray’da herşey made in Fatih Terim.
Milanlı Ümit’e ilanla Diyarbakır’da kulüp aranırken, Blackburnlü Hakan Karabük’te her iki ortada bir komşu camı kırarken, Suat bırakırken, Ergün bıraktırılırken, Interli Okan kırıkken, Interli Emre yokken, Bülent yeniden yaratılırken veya Terim bu Ankaragücülü Hasan Şaş, Türkiye’nin en büyük oyuncusu olacak derken, sonra bir sabah Galatasaraylı UEFA şampiyonu olarak uyandı erken. İster bana Terim’ci deyin, ya da demeyin. Ama Lucescu mu Terim mi derseniz. Ben hemen ne derim; tabii Fatih Terim. Bu Balic’in, bu Fabio’nun, bu Christian’ın, bu Mehmet Polat’ın, bu Cihan’ın, bu Meksikalı’nın o yukarıdakilerden ne farkı var ki ? Veya o en yukarıdakilerin bu yukarıdakilerden ne farkı vardı ki ? Dedim ya, gribim, üşüyorum. Ya da üşütü yorum. Ama Hasan Şaş, Ümit Karan, Felipe, Batista oturmaz deniyor ya. Tabii oturmazlar. Onları oturtanı da onların yanında oturtmazlar hatta. Ama oturtan Terim. Hadi Bilgin’ce bağlayalım. Belki de bir bildiği vardır derim.
Biri bana beni anlatmalı. Evet evet, anlatmalı. İşte Milliyet, işte Milliyet’teki köşe, işte CNN Türk ve Pivot, işte Radyo D, falan filan. İşte Roma, işte bekar, işte stüdyomsu dairesi, işte cipi, işte kılığı kıyafeti. İşte şusu, işte busu. Ne çok susamışım, ya da ne çok açım. Ne iyi geliyor beni benden de olsa başka birinden dinlemek. Peki yine aynı ben yine bir kahvede iki espresso beklerken, gözlerim niye doldu yine hemen. Ve bu böyle her gün her kahvede hemen hemen. Sonra yine espressolar geldi. Sonra yine birini içtim. Sonra yine daldım. Sonra yine dağıldım. Sonra yine darmadağıldım. Sonra da yine kalktım zaten.
İmza: K.D.
Kolay hasta olmayan ben, olunca da işte böyle yok gibi oluyorum hemen demiştim. Ve ilave etmiştim. Brugge’deki Galatasaray gibiyim. Tabii eve tıkıldım, tabii sıkıldım. Sonra salıydı galiba. Önce bir duş, sonra yırtık bir jean, sonra ne Ecevit, ne Cem, ne Baykal, ama Terim mavisi bir gömlek, üstelik üç düğme açık. Ayakta eskitilmiş bir new balance çorapsız ve rengi hafif kaçık. Kazak belde.
Bir çıktım sokağa, aynı Galatasaray gibi hani. Bol forvetle yani. Golü atacağım ya, ne grip, ne mrip, ne ateş, ne ter, ne bilmem ne. Sonra, çıkar çıkmaz golü tabii yedim hemen. Önce yine ateş, sonra Maminov, sonra yine ter. Dönüp hemen üstüme denizci kabanı, kafama laci bi kalın bere, ama geçmişti dakikalar Hasan’sız, Batista’sız boş yere. Üşütmüştüm bir kere. Bu hafta da Ali Sami Yen’deki Cim-Bom gibiyim. Tamam Brugge’den daha iyiyim, daha diriyim. Ama...
A Milli Takımımız’ın İtalya ile 20 Kasım’da yapacağı özel maç, ev sahibi ekibin teknik patronu Giovanni Trapattoni açısından ayrı bir önem taşıyor. Dünya Kupası’na erken vedanın ardından, Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu’nda da iyi sonuçlar alamayan İtalya’da, gönderilmesi beklenen Trapattoni için Ay - Yıldızlı ekibimizle yapılacak mücadelenin "kader" niteliği taşıdığı bildirildi.
ÇİZME basını, federasyonun 8 Kasım’daki toplantı öncesinde teknik direktör değişikliğini düşünmediğini, bunun ancak Noel zamanında yapılabileceğini ifade etti. Bu yüzden Türkiye maçına Trapattoni açısından "ya tamam, ya devam" gözüyle bakıldığı vurgulandı. 62 yaşındaki Trapattoni’nin yerine Gianluca Vialli, Felipe Scolari, Dino Zoff, Franco Baresi gibi isimler ortaya atılmıştı.
SERİ İLANLARPazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi