Bilgin Gökberk

Bilgin Gökberk

bilgingokberk@mail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İSTANBUL dışındaydım. Ne CNN Türk vardı, ne Pivot. Ne Super Sport, ne Son Nokta, ne de Radyo D ve ne de Köyün Delisi. Milliyet’te de olmasın dedim o zaman bu hafta. Daha doğrusu olsun da böyle olsun. Hadi Köyün Delisi yerine mesela Köyün Delisi’nce diyelim.

CUNDA Adası’ndaki yemekte 13 - 14 kişiydiler. O da oradaydı. O, yani Teo. İstanbul’a giderken geri dönüp Cunda’ya son bir kez uğramak istemişti. İkizler burcuydu. Son senesi gri siyah, hatta bazen simsiyah geçse de o gece ikinci ruhunun ayaklandığı gecelerden biriydi. Sarıydı, kırmızıydı, hatta mavi mavi, masmaviydi. Ya da yeşil, yemyeşil, vesaire. Kısaca renkliydi. Çok renkli ya da rengarenk. Sabaha karşı iki gibi kalkmak istedi masadan. Kadın da o anda sordu işte. Ben de gelebilir miyim ? Şaşırmamıştı Teo. Alışıktı bu tip tekliflere. O aramasa da onu buluyorlardı. Nereye geleceksin dedi Teo kadına. Nereye olursa. Veya sen nereye gidiyorsan. İstanbul’a dedi Teo. Gel istersen ama yarın o dönerse ne yapacaksın ? Son bir senedir, hemen hemen her gün, her gece verdiği cevaplardan birini daha veriyordu. Sık sık karşılaştığı için hangi cebine elini atsa aynı cümleyi çıkarıyordu zaten. Kısa bir ses kaydı bile yapabilirim diye düşündü. 8 - 10 saniyelik falan. Cep telefonunun teknolojisi uygundu buna. Play’e basar, canlı değil banttan konuşurdu. Sıkılıyordu çünkü aynı şeyleri tekrarlamaktan. O kim dedi Cunda’daki hoş kadın. Teo’nun cevabı tek kelimeydi. Bebek. Peki bebek kim ? Kadın bastırıyordu. Cunda grubu etkilemişti Teo’yu. Tabii Cunda’nın kendisi de hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Başladı anlatmaya. Zaten doluydu, dopdolu. Biriktirmişti içinde günlerdir, haftalardır, hatta aylardır. Cunda’da patlattı sivilceyi anlayacağınız. Bir - iki kişi haricinde kimse ile paylaşmadıklarını paylaştı o çok sıcak grupla. Evet, doluydu Teo. Ve boşaldı o gece. Ne tıs vardı masada, ne de tık. Ne de tabii herhangi başka bir ses. Nefes bile almıyordu grup. Veya alamıyordu. Her neyse. Napoli kanlıydı Teo. Ve tabii Napoli canlı. Havaya girdiğinde de müthiş oluyordu. Etkiliyordu dinleyenleri. Hem yaşıyor, hem de yaşatıyordu adeta. Üstelik dolaşmadan, dolaştırmadan. Yormadan, yorulmadan, evelemeden, gevelemeden, sapmadan, uzatmadan, net, sade, yalansız, dolansız. Gözler dolmuştu. Islak, nemli suratlar Bozcaada’dan bile farkediliyordu. Teo da ağladığını farketti. Ağlarken de Napolililer gibiydi. Boşalıyordu adeta. Neden diye bağırdı biri. Neden peki ? Veya niçin, niçin, niçin ? Manyak mısın sen ? Cevap yine tek kelimeydi. Seviyorum. Sonra bir kelime daha ekledi; yetmez mi ? Sonra da kalktı zaten. Gidiyorum dedi. Tekrar görüşürüz inşallah. Birdenbire yanlız olmadığını farketti. Kalabalık yürüyorlardı. Küçük grup birbirleriylede konuşmadan otoparka kadar geldi. Kadın yine bağırdı. Cipin de çok hoşmuş, aynı senin gibi. Benim değil dedi Teo. Bebeğin o. O yokken kullanıyorum.

- Hani görüşmüyordunuz dedi kadın.
- Evet, görüşmüyoruz.
- O zaman konuşuyorsunuz.
- Yooo, konuşmuyoruz da.
Yani dedi Teo. Aldığımı mesaj çekip söyledim. Kime niyet, kime kısmet gibi hani.
- Ne dedi peki ?
- Cevap gelmedi.
- Peki sen mi kullan dedi ?
- Yine mesaj çektim, cipini kullanıyorum dedim.
- Eeee ?
- Yine cevap gelmedi.
Teo, Cunda’yı karaya bağlayan köprüyü geçtiğinde grup otoparktaydı hala. Evet, ara verelim isterseniz. Bir Köyün Delisi klasiğiyle. Biliyorsunuz, seviyorum böyle bağlamayı. Yahu kim bu Teo be, nerden çıktı şimdi bu herif derseniz eğer, devamını okumaya vallahi de billahi de değer.

İSİMLERİNDEN birinin kısaltılmış haliydi. Adının telaffuz edilemediği ülkelerde öyle çağırıyorlardı onu. Ya da böyle bağırıyorlardı. Teo. Made in Bilgin devam edelim. Biliyorum, dedikoduya bayılırsınız. Veya kim dedi, ne dediye. Hani BBG evi filan, anlarsınız ya. Aklınızdan geçiyordur. Ya bu Teo bizim Köyün Delisi olmasın sakın. Ben de şöyle derim o zaman. O değil ama, belki ona ikizi kadar yakın. Teo yazarak, azarak, konuşarak para kazanıyordu. Ve boş zamanlarında da (kalırsa eğer) gezerek. Hadi gezerken de anlatarak diyelim. Şanslı bir adamdı da aşk meşk ilişkilerinde. Dedim ya, o aramasa da onu buluyorlardı. Bebek de onu öyle bulmuştu. Saklandığı veya saklanmaya çalıştığı delikten öyle çıkarmıştı. Kaçarken yakalanmıştı yani. Öyle şanslıydı ki, bebeği bile unutturacak birisini bile çok çabuk bulmuştu. Veya yine o bulunmuştu. Ne derseniz deyin. Hatta bir ara unutmuştu bile. Lime lime olmuştu son bir senedir duyguları. Veya paramparça, veya parça parça. Veya binlerce acıtan parça. Kalabalıklar karşısındaydı yine. Gündüzleri her köşede, her sokakta, her bilmem nerede verdiği kavgalardan birini daha veriyordu. Tek başınaydı yine. Her kavgada olduğu gibi. Bunun farkı susmasıydı. Veya sessiz kalması diyelim. Üstelik sokaklarda büyümüştü. Racon bilen, gerektiğinde kesen, istediği gibi istediği yerden esen biriydi de önceleri. Bebek onu oralardan buralara getirmişti. Ne dediyse de olmuştu. Kısaca TSE’ye göre adam gibi gözükmese de DSE’ye (Dünya Standartları Enistitüsü) insan olmuştu. Ona borçluydu. O zaman ödeyecekti. Bedeli ne olursa olsun. Belki sinirlenecek, belki delirmek isteyecek. Belki çıldıracak hale gelecek ama susacaktı, sessiz kalacaktı. Bebeğe verdiği bir söz, bir çift hüzünlü göz bağlıyordu onu. Ve her günün gecesinin sonunda cepten çıkan aynı kelimeler. Gel ama, ya o gelirse. Kimin ne dediği, ne düşündüğü umurunda da değilde Teo’nun. Hani Fatih Terim ne diyordu. Rakibin ne oynadığına, ne de kimlerle oynadığına bakarım. Ben kendi oyunumu oynarım. Onlar beni düşünsün. Teo oyunu kendi bildiği şekilde oynuyordu.

BU Teo’yu ben de bunun için seviyorum işte. Adam ben gibi, veya benim gibi. Evet bugün ne Felipe vardı, ne Ortega, ne de Pascal Nouma. Ne büyüklerin salonlarda küçülmesi, ne de Hido, İbo, Hüso, Mirso, vesaire. Teo’ca başladım, Bilgin’ce bitiyerim. Onu doğuran ben değilim tabii. Ama büyüten bendim. Yürüten de, koşturan da, hatta coşturan da. Hep derim ya, kim dedi, ne dediye bayılırsınız. Yani dedikoduya. Kadın madın aklınıza gelmesin sakın. Ya da şu, bu. Bahsettiğim bir sevgili değil, bir çocuk o. Hatta küçük bir çocuk. Yani bir küçüğün doğumgünü. Evet, onun doğumgünü önümüzdeki günlerden biri. Tek bir cümle var söylemem gereken. İçimden gelen. Üstelik taa içimden, en içimden. Napolili gibi. İyiki doğmuşsun. Hadi bir tane daha ekleyeyim. Napoliten gireyim. Mutlu ol da. Ama Fiorentinalı Makyevel gibi bitireyim. Ol da nasıl olursan ol. Ve Bisi sahnelerden alıp sayfalara sokalım. Bir Bis yapalım. Sen o doğumgününde nerede olacaksın, veya orada olmayacak mısın derseniz eğer, ben de derim ki, amma safmışsınız meğer. O gece Teo gibi bir geceliğine bir yemekliğine Cunda’ya gitmeye değer de. Değer oğlu değer.

LESSON I, Lesson II, Lesson III deyip başlamıştım. Bir baktım, XXV’e gelmişim. XXVI. haftadaki yazılıya hazınlanıyordum.... Çarşamba Milliyet’e uğradım. Baktım bir zarf. Turizm Bakanlığı’ndan. Açtım, içinden bir sertifika çıktı (köşede gördüğünüz). Şöyle yazıyordu üstünde.
Sayın Bilgin Gökberk. Turizme verdiğiniz destek ve kamuoyunun
bilinçlendirilmesine sağladığınız katkıya teşekkür ederim.
Mustafa Taşar
BAKAN
Başa dönelim. En başa. Sayın Mustafa Taşar Turizm Bakanı olmuştu. Lisan bilmediği için eleştiriliyordu. Şöyle demişti: Turizm Bakanı olmam için lisan bilmem şart mı ? Tercüman kullanırım. Ben de şöyle takılmıştım. Bakan olmanız için tabii lisan bilmeniz şart değil. Pekiyi ama sizin bakan olmanız şart mı ? Ve sonra onun hoşgörüsüne sığınıp derslere başladım. Hadi İngilizcesini yazalım. Lesson’lara. Onun hoşgörüsünü ve espri anlayışını televizyonlarda da sık sık dile getirmiştim. Şimdi de yazıyorum. Gösterdiği anlayışa, zarif yaklaşıma, sabıra teşekkür ediyorum. 1 - 0 önde götürdüğüm maçta şık bir golle, pardon sertikifayla durumu 1 - 1 yaptı. Bu jestin altında kalmak istemiyorum. Sayın Bakan’a başka bir jestle cevap veriyorum. Bu hafta yapacağım yazılıyı bir hafta erteliyorum. Tekrar teşekkürler sayın Mustafa Taşar. Sevgi ve saygılarımla.
Köyün Delisi

SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi