Bilgin Gökberk

Bilgin Gökberk

bilgingokberk@mail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Daha önce yazmıştım. Ama zamanı galiba bir kere daha hatırlatmanın. Roberto Baggio’nun budizme ilgi duyduğu dönemlerdi. Zırt, pırt konuşuyordu. Budizmi gündeme getiriyordu. Çizme’deki anneler huzursuz olmaya başlamışlardı. Bir iki futbolcu da ateizm, mateizm filan falan gibi geveleyince, patladılar. "Kim oluyorsunuz siz, Allah aşkına" dediler. "Ne konuşuyorsunuz, neler konuşuyorsunuz? Budist veya ateist, ne olursanız olun. Ne halt yerseniz yiyin demeye getiriyorlardı. Size kimse karışmıyor, karışamaz da zaten. Hürsünüz, serbestsiniz. Ama Allah aşkına zırt, pırt ortaya çıkıp konuşmayın. Susun".
"Sen Roberto" demişti bir anne televizyonda, "İyi futbol oynuyorsun o kadar. Bir de güzel çocuksun. Başka bir özelliğin de yok. Zaten olması da gerekmiyor. Konuşacaksan işin için konuş. Çocuklarımız sana hayran. Adına fan kulüpler kuruyorlar. Fotoğraflarını biriktirip, formanı giyiyorlar. Ne yersen onu yiyiyor, ne giyersen onu giyiyor, ne dersen onu diyorlar. Şimdi oğlum gelip yarın bana ‘Anne ben de budizmi seçeceğim’ dese, ya da ‘Anneciğim Budist ne demek’, ne cevap vereceğim ben".

Sinirlenmişti İtalyan anneleri. Mesaj açıktı: "Abuk, sabuk konuşmayın, işinize bakın, sevildiğinizi bilin. Canımızı da sıkmayın". Hakan Şükür’ün CNN Türk’te söyledikleri, nedenini bilmiyorum ama, aniden bunlar aklıma getirdi. Durup dururken, Fethullah hoca ile konuşabileceğini, onun fikirlerini beğenebileceğini, hatta gidip ziyaret bile edebileceğini söylüyordu. "Ne var bunda" diyordu. "Kimler Fethullah Hoca ile görüşmedi, kimler onu ziyaret etmedi ki? Ben de edebilirim."
Söyledikleri doğruydu. Haklıydı da Hakan Şükür. İşin püf noktası da, ama buydu zaten. Tabii bunların hepsini yapabilirdi. Ama yapabileceği şeyleri, neden durup dururken dile getiriyordu. Bekledim, her kanalda gezdim dolaştım. Her gazeteyi, her sayfayı taradım. Bizim annelerimizden bir tepki, bir kıpırdanma, kısaca bir iki cümle gelir mi diye. Mesela şöyle: "Oğlum Hakan Şükür, seni seviyoruz. İyi futbolcusun. İki çocuğun ve eşin ile mutlu bir aile babasısın. Bu ülke sana bu kadar para kazandırdı, şu kadar da ün. Milli Takım’ın kaptanısın da. Çocuklarımız hayran sana. Etkiliyorsun onları. Şimdi yarın bize sorsalar, ‘Anneciğim ben de Fethullah Gülen ile konuşmak istiyorum’ veya ‘O niye Amerika’da, niye gelmiyor’ veya ‘Kim bu Fethullah amca, onu ziyaret edebilir miyim?’... Onlara ne cevap verebiliriz." Evet gıkı çıkmadı annelerin, annelerimizin. Peki niye hep anneler, babalar ne güne duruyor diye düşünebilirsiniz.
İşte bir köyün delisi klasiği, yani bir ara başlık. Hem siz, hem ben, hem de köşe rahatlasın.

"BABALAR" derler İtalya’da, "Konuşsa da olur, konuşmasa da". Tam böyle demeseler de bunu demeye getirirler. Baba adı üstünde, babadır. Hem eve bakar, hem aileye. Para kazanması gerekir. Bazen kendisini doyuran, bazen de kayıran için konuşur. Ya cebinden bağlıdır bir yerlere, ya da midesinden. Yani politik veya ekonomik her neyse. Onun için hoş konuşurlar da genelde boş konuşurlar denir.
Anne farklıdır, mutfaktadır. Tencerenin başında. Evin gizli reisi de odur zaten. Hatırlayın Al Pacino’lu mafya filmlerini. Don bilmem kim, gündüz 15 - 20 kişiyi öldürüp eve gelirdi, anneanne yemeğe niye geç kaldın diye oklava ile döverdi o koca Don’u. Yok ellerini yıka, yok doğru dürüst otur. Yok dua etmeden yeme. Koca Don, kedi gibi olurdu. Onun gibi yani. Sağla, solla ilgilenmez onlar. Anneler, büyük anneler her kimse. Bilgilenmezler de zaten. Ve tabii bilgilendirilmezler de. Hadi Kuzey’inde pek öyle olmasa da artık, Güney’inde diyelim İtalya’nın. Çoluğuna, çocuğuna zarar geleceğini anladıkları anda da kükrerler aniden.

Devlet Üstün Hizmet Madalyası bir umut belki de bizim için. Hatta son bir umut. Madalya’nın önü değil, ama arka yüzü. Veya aysbergin gözükmeyen yüzü. Açalım.
Toplanan Bakanlar Kurulu. Kimlere verileceğine karar veren de, belki madalyayı veren de onlar olacak. Veya onların adına herhangi biri. Bakanlar Kurulu’nun üstünde, adı üstünde Başbakan var. Ama onun da üstünde Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer. Cumhur’un başı o. Tabii Cumhuriyet’in de.
Sayın Başbakan’ın son günlerde kafası karışık. Ama Sayın Cumhurbaşkanı, kendisiyle ve makamıyla hep barışık. İşe o el koymalı. Önce milli takımı kabul edip, madalyalar falan filan. Kısa bir konuşma ve sonra da hadi demeli, buraya gelmişken marş marş Anıtkabir’e. Ne oldu böyle durup dururken aniden, Anıtkabir falan derseniz eğer, Made in Bilgin devam ederim ben de. O zaman aşağıdakileri okumaya vallahi de billahi de değer.
Ya da siz de ne safmışsınız meğer.

Evet doğru Anıtkabir’e. Üstelik durup dururken değil, günlerce gecelerce kurup kurarken veya kendi kendime kurulurken. Bilmem anlatabildim mi. Topluca Anıtkabir’e gitmeliler, aralarında nazlanan olursa da diğerleri onları arkalarından itmeliler. Evet Mustafa Kemal Atatürk. İşte bu durup, dururken belki. Ama derseniz, "Niçin?", ben de derim ki "Sinirlendiğim için".
50 bilmem kaç gündür Kore’de, Japonya’da her türden, her tipten cisimler, ne isimler söylediler. Bir Dünya Kupası’nda neler söylendi, neler dendi. Hani bir geriye dönersek, imanlısı, imansızı, inançlısı inançsızı, dua edeni etmeyeni, halkın destekleyeni desteklemeyeni (Ne demekse), cuma namazı, Seul’deki imam, herşeyin maneviyata bağlanması ve finalde Fethullah hocanın cismi veya Fethullah Gülen ismi. Dediğim de farklı birşey değil zaten. Yazılınca öyle gözüküyor belki. Veya okununca. Her neyse.
Dünya üçüncülüğü, Şenol Hoca ile başlayıp, Haluk Ulusoy deyip geriye gidiyorsak, Mustafa Denizli, Fatih Terim, Piontek, Ayhan Bermek, Şenes Erzik, hatta daha da geriye. İşte ilk çim sahalar, Kemal Ulusu, rahmetli Özal, ben de daha daha da geriye gidiyorum. Kim Kimdir ansiklopedisi gibi olan bu hikayenin başına, en başına gidelim. Hani çoğunuz ilgilenmeseniz de veya öyle gözükseniz de bilgilenmeniz için. Hani Cumhuriyet’in kuruluşu, kuran filan. Hani hiç olmazsa, hepimiz zekiyiz, çeviğiz, ahlaklıyız deyip, bu kadar gereksiz ismin arasında en gerekli isme, Atatürk’e orada bağlanabilirdi. Onun için Mustafa Kemal, durup dururken değil anlayacağınız, kurup, kurarken veya kurulurken.
Evet, topluca Anıtkabir’e gitmeliler. "Boşver" diyenleri - varsa tabii - arkalarından itmeliler. Hakan Şükür, Emre ile Fethullah Hoca’ya gitmek isterdim Amerika’ya, geçmiş olsun demeye. Gitsinler tabii. En tabii hakları. Çok da iyi ederler. Ama önce hep beraber Ankara’ya, hem daha yakın, hem daha önemli.

Sayın Turizm Bakanı’na 52 haftada
52 cümle kampanyasında bu hafta
başkent ve madalyalar var.
Medal: Madalya
Medals: Madalyalar
Capital: Başkent
Minister: Bakan
Prime Minister: Başbakan
President of Republic: Cumhurbaşkanı
Her dersten sonraki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da Sayın Bakanı’na
ufak da olsa bir katkımız olsun.
NOT: Sayın Bakan, unutmayın lütfen. Zamanımız dar ve gelecek hafta yazılı var.
Haftaya yazılı

SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi