Bir paneldeydim. Tanıttılar beni. Basketbol yazarı Bilgin Gökberk. Estağfurullah dedim. Basketbol yazarı değilim, ama basketbol yazıyorum. Çok kıymetli basketbol yazarları var, onlara ayıp olmasın. Okul müdürü değiştirdi plağı. Spor yazarı Bilgin Gökberk. Estağfurullah dedim. Spor yazarı da değilim. Ama spor yazıyorum. Çok kıymetli spor yazarları var. Onlara ayıp olmasın. Müdür tekrar değiştirdi. Yazar Bilgin Gökberk. Yine estağfurullah dedim. Yazar değilim, yazıyorum sadece. Çok değerli yazarlar var, onlara ayıp olmasın.
Salondaki hava yavaş yavaş değişiyordu. Soğudu sanki. Hatta buz gibi oldu. Müdür son bir gayretle gazeteci Bilgin Gökberk dedi. Belki inanmayacaksınız ama ben de bütün gücümü toplayıp bu hiç olmadı dedim. Hakikaten estağfurullah. O kadar değerli ve önemli gazeteciye çok ayıp olur. Kimsiniz siz peki dedi müdür. İlk defa dedim doğru birşey söylediniz müdürüm. Anlatayım o zaman. Alman Lisesi sertliği ile Floransa Güzel Sanatlar Akademisi yumuşaklığının bu acaip hale getirdiği biriyim ben. Ailemin parası, benim yıllarım. Çok emek var bende yani. Üstelik okul sonrası her teklif edilen işi pas geçip zor bir işi seçip eskinin uygarlıklarının, medeniyetlerinin içine bulaşmışım. Böylece profesyonel rehberliğe ulaşmışım. Değişik duygular tadıp her gün kendime bir şeyler katıp, kendi halimde yaşıyorum. Sıfatlardan, kartvizitlerden kaçtım hep. Ve çok da ağır faturalar ödedim. Hâlâ da ödüyorum. Ne ismim, ne cismim, ne tipim, hatta kolumdaki uğur ipim. Eleştirilmedik hiçbir yanım kalmadı. Burası zor bir ülke. Yarın ne olacağı belli olmaz. Bırakın da Milliyet’in, CNN Türk’ün, Radyo D’nin, Super Sport’un tadını çıkarayım. Oralarda ben gibiyim, benim gibiyim. Bu sizin bana verdiğiniz sıfatlardan da korkuyorum. Onlar ne haddim, ne de niyetim. Hepsi bu. Hayat tarzıma, bakışıma, yaşayışıma göre olayları yorumluyorum, o kadar. İlgi çekiyorsa ne mutlu bana.
Toplanıyorlar. Kimler mi ? Milliler. Ama bu sefer ayakla değil, elle oynayanlar. 12 Dev Adam yani. Onların Avrupa ikinciliğine Dünya Üçüncülüğü’yle cevap verenlerin yerine gündeme oturacaklar.
29 Ağustos Indianapolis’teki Dünya Şampiyonası’nın başlama tarihi. Bu sefer dört R yok, ama Brezilya var. Diğerleri de Porto Riko ve Lübnan. Güncel olsun. Kosta Rika ve Çin’in basketbol oynayanları diyelim. Gruptan çıkacağız anlaşılan. Sonra bir grup daha var. Kanada, İspanya, Yugoslavya da muhtemel rakipler. Bir Japonya da onlar bulabilse ya da Senegal, ya da Güney Kore. Kanada, İspanya, Yugoslavya diyorum da Kore ve Japonya’daki Arjantin, Fransa, İspanya, İtalya’yı unutmuyorum. Kısaca ikinci turdaki muhtemel rakiplerimizi devirecek diğer rakiplerimizin başımızın üstünde yeri var. Fransa’yı umup, Senegal’i bulup, İspanya ile yatıp, Güney Kore ile kalkmıştık. Olur mu olur. Ama Allah Aydın Örs’e, Şenol Güneş şansı verirse.
"BASKETÇİ Bilgin’e futbol yorumu yaptıranlar" diye başlıyor eleştiri. "Düşünün yani o yaptıranların halini" diye de devam ediyor. Eleştiriyi yapan da K.B. Fenerbahçe’den K.B. yani. Zeytinburnu’ndan Ayla, Kocamustapafapaşa’dan Ayşe gibi. Parça isterlerdi ya arayıp. K.B. parça istemiyor da, istediği belki de Milliyet’te bir köşe. Veya bir televizyon programı benimkileri andıran. Açık saçık söyleyemese de sayıklıyor sanki. Konu tabii ki K.B. değil. Ama o zihniyet. Hepsinin olmasa da, çoğunun yaptığı gibi, ki içindeki çok değerli ve çok saygın olanları tenzih ederim; aklınca ince ince oyuyor.
Evet, bu ülkede basketbol yorumluyorsan, futbol yorumlayamazsın. Ama hiç basketbol konuşmamışsan futbol konuşabilirsin. Veya voleybol, veya hentbol, veya atletizm, vesaire. Amaçları futbolu korumak gibi gözükse de, niyetleri kendilerini kollamak. Yıllardır oturdukları mahalle ile aşağıdaki - yukarıdaki mahalleler arasında kalıp, ya da mahalli kalıp diyelim, gittikleri yurt içi - yurt dışı maçlarında da otel - stat arasına sıkışıp, analarının diliyle analarının liginde kalanların hikayesi belki de bu. Şimdi yarın K.B. telefona sarılıp, kafadaşlarını arayıp, yahu bak bu herif seni de kastediyor demesin diye; ki en kullanılan yöntemdir bu. Teke tek kalmamalılar, hatta mümkünse kalabalık olmalılar. Ama o fili oynamadan ben atı öne alıp, hafifçe satrança dalıp iki cümle ile ilk bölümü bağlayayım. Mesleğimdeki ustaları, büyükleri ve çoğunluğu tenzih ederim, ama geri kalanlar için belki de son bir cevap vermek şarttır derim.
ATATÜRK Havalimanı’ndaydık. Diyarbakır’a gidiyoruz Galalatasaray ile. Özhan Canaydın yeni başkan seçilmiş. Havaalanında karşılaştık. Bana bir sözü var. CNN Türk’teki Pivot’a çıkacak. Tebrik ettim, ne zaman geleceksiniz dedim. Unutmadım dedi. İlk fırsatta, şu toz duman kalksın da, gelirim. Hepsi hepsi bir - iki dakikalık bir konuşma yani. Arkadan bir ses. Bir duayenden üstelik. En tepedekilerden. Başkan dedi, biraz da futbol yazarlarıyla konuş. Hani ayıptır söylemesi veya ayıp değildir, üç dört dilden arkadan gelen hamleyi sezip savuşturacak IQ’ya da sahibim. En azından arkadakinden daha IQ’luyum yani. Ama sustum. Ana dilimle bile tek anasının dilini konuşana karşı sustum.
Ellerinde olsa basketbol yazarı değil, zone yazarı diyecekler. Ya da dripling yazarı. Ya da hücum yazarı. Hani zone’u ben yorumlarsam, hücumu onlar yorumlasın diye. Ya da dripling uzmanıysam, mesela faul atılırken, onlar racon kessin. İsyanım buna.
Hoşuma giden tepkiler yok mu ? Var tabii. Hatta bırakın hoşuma gitmesini, keyiften dört köşe olduğum. Sevgili Can Bartu’nun o ince, ipince mizahi üslubuyla İnönü’de tuvalette sıra bekleyen bendenizin yanına yaklaşıp, "Ne işin var burada, git Abdi İpekçi’ye yap işini" demesi gibi. Onun için o Can Bartu işte. Spor adamının İstanbullusu’nun, üstelik Kadıköylüsü’nün rönesans ile karışık, kendi kendisi ile barışık tipi. Sinyor Bartu gibi.
Korkunun ecele faydası yok derler ya. Üstelik bırakın faydayı artık zararı bile var. Okuyan değişiyor. Okutan da değişecek tabii. Yani yazan da. Çok oturanlar değil, çok gezenler, çok yaşayanlar, hatta çok okuyanlar, çok düşünenler çıkacaklar sahneye. Stadyum - otel - freeshop üçgeninde değil, gecesi, gündüzü, hatta gece yarısı, her türlü duygu bolluğu, kavram çokluğu, kavgası, gürültüsü, aşkı, meşki, havası, suyu, tavrı, sevgisi, sevgilisi, üzüntüsü, şusu busu kısaca beşgenlerde, altıgenlerde hatta sekizgen, dokuzgenlerde yaşayanlar, 24 saat yaşayanlar. O hatasız, her şeyi bilen, otorite ve otoriter olan, dediğim dedik, ben, ben, ben diye bağıranlara geçmiş olsun. Yani dört dörtlük olanlara. Daha doğrusu öyle gözükenlere. Ben mesela korkarım böylelerinden. Dört üçlük olmak, ya da hatta dört ikilik. Benim gibi yani. Gerisi de zaten hata payı. Ne demiş adam. Demiş mi dememiş mi bilinmese de demiştir deyip dediğiyle bitirelim. Hatasız olacak kadar zavallı değilim.
SAYIN Turizm Bakanı’na 52 haftada 52 cümle
kampanyasında bu hafta yaz ve yazın getirdikleri var.
Yaz = Summer
Sıcak = Hot
Çok sıcak = Very hot
Tatil = Holiday
Her dersten sonraki klasik cümlemizle bitirelim. Turizme olmasa da Sayın Bakanı’na ufak da olsa bir katkımız olsun.
Not: Sayın Bakan. Unutmayın lütfen, zamanımız dar ve iki hafta sonra 26. haftada yazılı var. Haftaya Lesson XXV.
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010