Sosyal medyanın hayattaki “rolü” dramatik bir şekilde değişti.
İletişim aracı, özellikle ünlüler için bir tür imaj yönetimi ve gelir kaynağına dönüştü.
İnsanlar artık özel hayatlarını yakın çevreleriyle değil, tanımadıkları geniş bir takipçi kitlesiyle paylaşmayı tercih ediyor.
Galatasaraylı futbolcu Mauro Icardi ve sosyal medyanın tartışmalı figürlerinden eşi Wanda Nara, bu yeni dönemin en dikkat çekici örneklerinden biri.
Çift, ilişkilerini âdeta bir dizi film gibi her gün sosyal medya aracılığıyla kitlelere sunuyor.
Karşılıklı ihanetler, yazılan mesajlar ve dikkat çeken fotoğraflarla “her şeyi sergileme” anlayışıyla örülü bu hikaye, toplumun gözetleme arzusunu da tetikliyor.
***
Belli ki, artık mahremiyetin sınırlarının giderek belirsizleştiği bir çağda yaşıyoruz.
Icardi ve Nara çiftinin sosyal medyada, hayatlarını ortalığa saçmalarından rahatsız olmamaları şaşırtıcı değil.
Aksine, bu paylaşımlar, onların hem ekonomik kazançlarını artırıyor hem de onları birey olmaktan çıkartıp birer medya ürününe dönüştürüyor.
Oysa ilişkileri televizyonlarda “Beş çocuğunu bırakıp sevgilisiyle kaçtı” gibi başlıklarla gündüz kuşağında yer alan insan hikâyelerden pek farklı değil.
Tek fark, bu çapsız ilişkiler bir tarafın lüks bir yaşam sürmesiyle meşru, diğer tarafın ise yoksulluğu yüzünden ayıplı hale gelmesinde.
Sonuçta hikâyenin özü aynı: Medya aracılığıyla hayatlarını sergileyen bu figürler, modern toplumda mahremiyetin kayboluşunu temsil ediyor.
Görsel ve dijital medyada bu ilgiyi besliyor.
★★★
Ancak asıl sorgulanması gereken, toplumun bu çürümüş ilişkilere neden bu kadar büyük bir ilgiyle sarıldığı.
Gözetim toplumu dediğimiz şey; bireylerin sürekli olarak izlendiği, kontrol edildiği ve denetlendiği bir toplum düzenini tanımlasa da günümüzde gözetleyenler artık sadece devletler, iktidar sahipleri değil, biziz.
Biz de izleyici olarak bu düzenin aktif bir parçasıyız.
Ünlülerin sosyal medyadaki paylaşımları kamusal bir gösteriye dönüştüğü için belki de milyonlarca insan dijital arenada nefeslerini tutarak bir gladyatör gösterisini izler gibi Nara’nın Icardi’ye mesajlarını okuyor.
Düşünün ki Paris Hilton Los Angeles’taki evinin yangında yanışını izlerken, canlı yayın yaptı ve bunu bile milyonlarca insan izledi. Yani Hilton yangını seyretti.
Milyonlarca takipçisi de onun seyredişini seyretti.
Bu acıklı durumumuz sosyologlara göre bir tür kaçış:
Ekonomik krizler, kişisel hayal kırıklıkları ve tatminsizliklerle sıkışmış bireyler, başkalarının hayatlarına odaklanarak kendilerinden uzaklaşıyor.
***
Sonuç olarak Jean Baudrillard’ın dediği gibi, artık bir simülasyon çağında yaşıyoruz.
Ve skandallar, ihanetler ve gösterişli paylaşımlarla ünlüler bu durumu milyonlarca takipçiyle bir avantaja dönüştürüyor.
Hayatlarını sosyal medyada “yaşayarak” maddi kazançlar elde ediyorlar.
Oysa sosyal medyada gördüğümüz her bir hayat, gerçeğin birer kopyası.
Çünkü birini izlemek, o kişiyi bir nesneye indirgemektir.
Biz de bu hikayeyi tüketiyoruz.
Fakat ünlüler ve izleyiciler arasındaki çizgi de giderek bulanıklaşıyor.
Her hikâye biraz daha gerçeklikten uzaklaşırken, ünlüler gibi biz de dijital bir yanılsamanın parçası haline geliyoruz.
Hem bireysel değerlerimizi aşındırıyoruz hem de gerçeklikten uzaklaşıyoruz.
Evet bu bir trend.
Ama bu trendin kaybedeni kim derseniz biziz.
Biz gözetledikçe onlar kazanıyor biz kaybediyoruz.
“Peki, biz bu dijital yanılsamaya ne kadar daha teslim olacağız?
Gerçeklikten uzaklaşmayı mı, yoksa kendi hayatlarımızı daha anlamlı kılmayı mı seçeceğiz?”
Özay Şendir
ABD’de yaşama hayali
12 Ocak 2025
Abbas Güçlü
Eğitimi neden düzeltemiyoruz?
12 Ocak 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımcı güvenli limanlara sığındı
12 Ocak 2025
Ali Eyüboğlu
Burak Kut: ‘‘Hayatım mucizeler, iniş ve çıkışlarla dolu’’
12 Ocak 2025
Güldener Sonumut
Trump Avrupa’yı stratejik otonomiye mi itecek?
12 Ocak 2025