Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Felaket karşısında “yas” tutma biçimimiz, “dayanışma” kültürümüzün de bir yansımasıdır. 

Mesela mahallemizde bir cenaze varsa, bir komşumuz vefat etmişse, evde müzik, radyo çalınmaz, televizyon açılmazdı, hala öyle. 

Deprem, yangın, sel gibi milli felaketler, yıkımlar, kayıplar hepimizin ortak acısı. 

En azından biz böyle öğrendik. 

Kartalkaya kayak tesislerinde bir otelde çıkan yangında insanların çok trajik bir şekilde hayatlarını kaybetmesiyle bu acıyı yeniden yaşadık. 

Bu felakete neden olan ihmaller zinciri ve kimsenin sorumluluk almaması artık bizi şaşırtmıyor. 

Haberin Devamı

Çünkü hemen her felakette ortaya çıkan ihmaller zinciri bizim normalimiz sayılıyor artık. 

Fakat çoğumuzu endişelendiren, şaşırtan toplumun bir kesiminin bu felaket karşısında verdiği tepki. 

Yangını izleyen yan oteldeki bazı müşterilerin olaydan hemen sonra kayak yapması ve sosyal medyada mağdurlara yönelik sınıfsal öfkenin ortaya çıkması, empati yoksunluğumuzun çarpıcı bir göstergesi olduğu için belki de. 

***

Benzer bir durum, ABD’nin Kaliforniya eyaletinde çıkan yangınlarda da yaşandı. 

Milyonlarca dolarlık evlerini kaybeden ünlüler, toplumun gözünde bir trajedinin kurbanı olmaya ‘hak’ kazanamadı. 

İnsanlar sosyal medyada “yeniden yaparlar” ya da “kendi itfaiye ekiplerini kiralayabilirler” gibi küçümseyici yorumlarda bulundu. 

Türkiye’deki ve ABD’deki bu iki farklı felaket, farklı coğrafyalardan aynı insani kırılganlığı ortaya koyuyor: 

Maddi ve sınıfsal ayrımlarla başkalarının acısına duyarsızlaşma... 

Yani dünyanın neresinde olursa olsun toplumlar, mağdurlar arasında bir hiyerarşi yaratmaya meyilli. 

Kayak tatili yapan ya da yaşam standartları yüksek olan insanların yaşadıkları acı trajediye hak kazanmayı engelleyen bir bariyere dönüştürülüyor. 

Bu sınıfsal anlayış sadece bireysel ahlaki bir yozlaşmayı değil, sınıfsal çatışmanın duygusal dünyamızı nasıl şekillendirdiğini de gösteriyor. 

***

İnsan, elbette anlamakta ve baş etmekte zorlandığı acılar karşısında, kendini korumak için geri çekilebilir. Ancak bu zamanla empati eksikliğine ve hatta öfkeye de dönüşebilir. 

Haberin Devamı

Oysa empati dediğimiz şey; toplumsal dayanışmanın temeli olduğu kadar, bireyler arası ilişkilerin de en önemli dayanağı değil midir? 

Ancak modern dünyada empati bir yük haline gelirken, öfke ve küçümseme daha “hafif” bir seçenek gibi görünüyor. 

Bu durumun kökenlerinde, bireylerin kendi yaşamlarındaki eksiklikleri ve travmaları başkalarının yaşamları üzerinden anlamlandırma çabası yatar. 

***

Psikiyatr Engin Gençtan, bireyin “Benim yaşam sevincim köreliyorsa, seninki de körelmeli” tavrını psikolojik faşizm olarak tanımlar. 

Bu tutum hem bireylerin hem de toplumun, başkalarının yıkımını seyrederken kendi acısına anlam yüklediği karanlık bir alan yaratır. 

Sosyal medya, bu eğilimi daha da besledi. Felaketlere verilen tepkiler, dayanışma duygusundan çok bireysel performanslara dönüştü. 

Mesela Bolu’daki yangından sonra bazı sosyal medya kullanıcılarının, o otelde daha önce konakladıklarını anlatarak anılarını paylaşması, trajediyi adeta bir “güzelleme”ye çevirdi. Kaliforniya’daki ünlülerin, yangından zarar gören evlerinin fotoğrafları toplumsal travmanın bireysel hikâyelere indirgenmesinin bir örneği oldu. 

Haberin Devamı

Sonuçta, maddi zenginlik, empatiyi ortadan kaldıran bir filtreye dönüşürken, toplumsal reflekslerimiz de giderek kolektif dayanışmadan uzaklaşıyor. Oysa felaketler, aynı zaman da insanlığı sınar. 

Bize kim olduğumuzu, neye değer verdiğimizi ve toplumsal olarak nerede durduğumuzu gösterir 

Bolu’daki yangının ardından kayak pistlerine dönenlerin ve Kaliforniya’daki yangınları izlerken küçümseyici yorum yapanların bıraktığı asıl iz, kayıplar değil, insanlığın yitimidir.