Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dünyanın en ünlü müzelerinin çalıntı eserleri ait oldukları ülkelere iade etmemesi sadece kültürel mirasa saygısızlık değil, aynı zamanda sömürgeci bir zihniyetin devamının da bir göstergesi. Geçtiğimiz günlerde ABD’nin başsız Marcus Aurelius heykelini Türkiye’ye iade etmeme kararı, bu etik sorunun güncel bir örneğini sunmakta. 

Çalınan eserimizi vermek istemiyorlar Kibar hırsızlar

Marcus Aurelius heykeli 1960’lı yıllarda Burdur’un Gölhisar ilçesine bağlı İbecik köyünde bulunan Likya antik kenti Boubon’dan yasa dışı yollarla kaçırılarak ABD’ye götürüldü. Türkiye 1986’dan itibaren ABD’de Cleveland Sanat Müzesi’nde sergilenen eserini geri istedi. Fakat heykelin Türkiye’den çalınmış olabileceğine dair incelemeler başlatılınca, müze resmi internet sitesinde eserin menşei ile ilgili bilgileri değiştirdi. Daha önce “Marcus Aurelius heykeli” olarak tanımlanan eser, aniden “Draped Erkek Figürü” olarak adlandırıldı ve Türkiye ile ilgili atıflar silindi. Müzenin bilgi silme çabası, müzelerin kültürel miras üzerindeki haksız mülkiyet iddialarını sürdürmek için etik olmayan yollara başvurduklarını açıkça göstermekte. 

Haberin Devamı

***

Manhattan Savcılığı’nın geçen yıl el koyduğu eserle ilgili birkaç gün önce şaşırtıcı bir gelişme yaşandı; Kaliforniya’da federal mahkemeye sunulan dosyada 74 yaşındaki koleksiyoncu Aaron Mendelsohn’un avukatları, araştırmacıların antik heykelin Türkiye’den çalındığını gösteren delilleri reddetti. “Somut delil eksikliği” bahane edilerek iade talebi geri çevrildi. 

Oysa büyük bir antik sanat eseri çalındığı ülkeye iade etmek yerine, bilgileri silmeyi tercih etmek eserin Türkiye’ye ait olduğunu dolaylı da olsa kabul etmek değilse nedir? Bir müze eser üzerindeki bilgileri değiştiriyorsa hem tarih hem de kültürel miras manipüle ediliyor demektir. Bu tür bir hareket, müzelerin sorumluluğunu tamamen ihlal eder ve müzelerin kültürel hafızayı koruma işlevini baltalar. Bu noktada sorgulanması gereken ikinci soru eserin iade edilmemesi gerçekten delil eksikliği mi, yoksa müzelerin geçmişten kalan yağmacı politikalarının bir sonucu mu? 

Haberin Devamı

***

Müzelerin etik kurallarına baktığımızda, menşei belli olmayan eserleri kabul etmemeleri gerektiği açıktır. Çalıntı bir eser hiçbir şekilde müze envanterine girememelidir. Ancak müzeler, kendi koydukları kurallara bile uymayarak, bu eserlerin üzerindeki hak iddialarını sürdürmekte ve çalıntı eserleri ellerinde tutmaktadırlar. Kültürel mirası koruma sorumluluğunu üstlenen müzelerin, bu tür haksız uygulamalara devam etmesi, onların misyonunu derinden sarsmaktadır. Buna rağmen her defasında eserin menşe ülkesine iade edilmesi taleplerine karşı iki ana argüman öne sürüyorlar: 

Birincisi, eserin “dünya mirası” olduğu ve dolayısıyla sadece bir ülkeye ait olmadığı; ikincisi ise, müzelerin bu eserleri yerel sahiplerinden daha iyi koruma imkanına sahip olduğu iddiasıdır. Oysa bu argümanlar, derin bir sömürgeci zihniyetin izlerini taşımaktadır. Bir ülkenin kültürel mirası, yalnızca o topluma ait olmayabilir; ancak bu, başka bir ülkenin mülkiyetine geçmesi gerektiği anlamına da gelmez. 

Türkiye, birçok antik eserin kaynağı olan Anadolu topraklarına sahiptir ve bu eserler, Hellenistik dönemden Roma İmparatorluğu’na kadar geniş bir tarihsel dönemi kapsamaktadır. Ancak bu topraklardan kaçırılan eserler, Batı’daki müzelerde sergilenirken, Anadolu’nun zengin kültürel mirası hak ettiği değeri görememektedir. 

Haberin Devamı

Müzelere düşen görev, bu haksız uygulamaları sürdürmek değil, kültürel mirasın gerçek sahiplerine geri verilmesine katkıda bulunmaktır. Çünkü bir eserin en iyi korunacağı yer, onun doğduğu topraklardır.