Uluslararası İzmir Festivali’nin son gösterisi... Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’ndeki (AASSM) gecede, 6 kontrbas virtüözü ile müziğin görsellikle bütünleşmesi, izleyicilere mutlu dakikalar yaşattı. Kontrbas, virtüözlerle dans eden bir kadındı zaman zaman...
Kontrbaslarla dans ve müzik, bana Patrick Süskind’in bir kitabını hatırlattı...
Kitapta özetle şöyle der Süskind:
“Kontrbas, cüssesiyle doğru orantılı olarak, müzisyenin evinde ve yaşamında büyük bir yer işgal eder. Kontrbas müzisyenin hem dostu hem düşmanıdır, hem ondan kopamaz hem de yaşantısını engeller. Bu iri, hantal aletin altında adeta ezilir. Önceleri, kontrbassız bir orkestranın düşünü-lemeyeceğini belirterek onu yüceltirken, monolog ilerledikçe, kontrbasa duyduğu nefret açığa çıkar. Ona göre kontrbas, hep arka planda kalmaya, çalanı da arka planda bırakmaya mahkûmdur.”
Süskind’in sanatsal yaratıcılık ile memuriyet kalıpları arasındaki çelişkiyi, hayatı cehenneme çeviren “ne onunla ne de onsuz yaşanan sevgililer” gibi konuları incelediği bir eser Kontrbas...
Bu derin konularla hayatın güzelliklerine yolculuk yaparken güzel bir rüyadan uyanırmışçasına silkinip kaba saba, sert bir dünyaya ışınlanıveriyor insan...
Arıza nerede?
Medyada köşe yazarları ah vah ediyor. Alaçatı bozuldu, Bodrum bitti vb. serzenişleriyle... Sosyal medya durur mu, bu bağlamda verip veriştiriyor. Efendim, İstanbullular geldi Alaçatı bozuldu, İzmir’e geliyorlar, şimdi burayı da İstanbul gibi yapacaklar söylemleri sıklıkla karşımıza çıkıyor.
İstanbullu, sabırsız, mütecaviz ve kolay para harcayan bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor burada...
İstanbulluları almasak acaba sorun çözülecek mi? İzmir ya da başka kentlerin insanlarının tümü çok mu adaplı?
İtiraf etmeliyiz ki, ülkemizde, belki dünyada genel olarak kaliteli insan sayısı azalıyor. Artan niteliksiz nüfus ve özellikle de hızlı varlık sahibi olmuş ama yeterli eğitimi almamış kişilerin hazımsızlığı çevreye zarar veriyor. Şehirler, kasabalar, denizler hatta tabiat da nasibini alıyor, bu insanlardan ve hızla da çoğalıyorlar.
Biz olayı kendi çapımızda ele alıp yakın çevremizde değerlendirelim.
Ne oldu bize?
İzmir’de beş yıldızlı bir otelin havuzunda bile durum farklı değil... Aman efendim o ne insan modelleri, aklınız hayaliniz durur, pek çoğu da otel müşterisi... Spada havuzun olduğu salona elbisesiyle gelip oracıkta soyunup duş almadan donuyla havuza giren adam mı ararsınız, Rus kızını kapıp gelip jakuzide kucak kucağa oturan mı, bahçede yalınayak dolaşıp teriyle havuza atlayan mı, altı bezli bebekleri havuzda hoplatan mı? Gelelim Çeşme ve Alaçatı’ya... Yollarda, koylarda seyir halinde her ne araç var ise pek çoğu aynı mütecaviz davranışlarla tehlike saçıyorlar, sinir bozuyorlar...
Bir insan türünden söz ediyoruz, İstanbullu deyip genellemek haksızlık olur. Usul, adap, nezaket, hak, hukuk hak getire...
İstanbul’u bozanlar kim? İstanbullular mı? Ülkeyi bozanlar sadece bir kentin insanları olabilir mi?
Arıza nerede? Memleketimin insanına ne oldu?
Aklın, fikrin, emeğin, eğitimin önemsenmediği ve kısa yoldan başarı ve paraya ulaşılan bir düzenin yarattığı yeni bir insan türü ve onunla başa çıkmaya çalışan tabiat ve de kentler, kasabalar hatta denizler...