Vapur yolculuğu hep biraz heyecandır. Biraz keyiftir, biraz sevinçtir, biraz da hüzündür. Kısacık yolculuklarda bile vapurun köpürttüğü dalgalara, duygu dalgalanmaları karışır. Vapur sefası bir başkadır
Benim çocukluğumda İstanbul hep vapurla başlardı. Ankara’da büyüdüğüm için İstanbul’a her geldiğimde Haydarpaşa’da o merdivenlerden inerken karşımızda sadece deniz ve ötesi olurdu. 1973 öncesi iki yaka arasında köprü olmadığını da ekleyerek. Karaköy’e geçerken binilen vapurda annem çay, babam kahve keyfi yaparken bana düşen sabah keyfi nane şekeri olurdu. Satıcının ahşap bir çubuk üstüne küçük poşetlerle astığı sedef gibi parlayan nane şekerinin ferah tadı hâlâ damağımda. Muhtemelen bulantıya karşı can simidi gibi satılan nane şekeri benim için İstanbul’a geldik demekti. Artık İstanbul tatili vapur sefalarıyla başlamış olurdu.
Yıllar sonra 1995-96 yıllarında Topkapı Sarayı birinci avlusundaki Darphane-i Amire binasının restorasyon mimarı olarak çalışırken yoğun, yorucu ve stresli iş gününün tek hediyesi vapur keyfiydi. Sabahları Bebek’ten binip yol boyu çay-tost veya simit kahvaltımı yapar, akşam Boğaz vapuruna yetişmek için Gülhane yokuşundan yuvarlanır gibi iner, soluk soluğa vapura yetişir ve en arkada açık havada oturup bu kez de bira içer, tost yerdim. Evet 90’lı yıllarda hâlâ vapurda bira satılıyordu. Zaten Eminönü’nden akşam iş çıkışı kalkan Boğaz hattının müşterisi bir alem olurdu. O zamanlar arka tarafta akşamın ilk tekleri atılır, ortaya çaktırmadan bayağı bir çilingir sofrası kurulurdu.
Kulağım çilingir sofrası kuranlarda, ben de geceye devam etmek için canımın çektiği durakta inerdim. Giderken ve gelirken sülün gibi Savarona’nın yanından geçmek ise başka bir güzellik olurdu. Bu arada hayatıma giren Büyükada ile vapur seferleri başka bir boyut kazandı. Artık hayat vapur seferlerine göre yaşanıyor, her vapurun yeme içme keyfi günün saatine göre başka oluyordu.
Elbette vapur anılarım Boğaz ve Ada vapurlarıyla sınırlı değil. Asıl damak zevki nedir muhtemelen Ankara ve Akdeniz vapurlarında öğrendim. Bütün Akdeniz kentlerini de o vapurlarla tanıdım. Bir zamanlar Ankara vapurunun Galata limanından ayrılışı olay olurdu, Akdeniz vapuru ise ta Barselona’ya kadar uzanan turuyla efsaneydi. İşte o gemi yolculuklarında küçücükken İstanbul mutfağının klasikleri yanı sıra Avrupa mutfağından da örnekler olurdu. Her öğün mutlaka çorbasından zeytinyağlısına, et ve pilavına kadar her çeşit bulunurdu. O yolculuklarda yediğim yufka içindeki iç pilavı bir daha hiçbir yerde bulamadım. Gene her gün talaş böreği, vol-au-vent, Nemse böreği gibi bir hamur işi olur, tatlılarda ise usulünce yapılmış kalbura bastı, vezir parmağı, hanım göbeği, keşkül-ü fukara gibi tatlıların yanı sıra elmasiye gibi unutulmaya yüz tutmuş lezzetler de olurdu. Hele pırıl pırıl cam gibi elmasiye tatlısını kafamda elmas ile özdeşleştirip kendimi prenses gibi hissederdim. Bu vapurlarda yemek keyfi Ekrem Muhittin Yeğen’in yemek kitaplarında sayfaları çevirmek gibi bitmez bir yolculuktu.
Veda edeli çok oldu
Bunların hepsi geride kaldı. Akdeniz ve Ankara vapurları son seferlerini yapıp denizlere veda edeli çok oldu. Neyse ki Paşabahçe o kaderi paylaşmadı, tekrar denizlere kavuştu. Ben Paşabahçe’nin birinci mevkii keyfine yetişemediğim için çok üzülüyorum. Gene kaçırdığıma üzüldüğüm Şirket-i Hayriye’nin yemekli eğlenceli Cumartesi seferleri.
Fevkalade lüks seferler tertip edilmiştir duyurusuyla 10 Temmuz 1937 tarihinde ilana çıkan sefer 14.15’te köprüden hareketle (elbette bu Galata köprüsü) tüm Boğaz’ı dolaşıp, Sarıyer’de Boğaziçi Canlı Balık Lokantası’nda Macar orkestrası dinlemek için mola verip, Altınkum’a uzanır, oradan tekrar 21.15 gibi köprüye dönermiş. İlanda “Mehtapta avdet daha geç olacaktır” diye not düşülmüş, dans etmek isteyenlere hususi yer ayrıldığı da belirtilmiş. En güzeli ise şu cümle: “San’atındaki ihtisasiyle meşhur lokantacı Bay Pandeli tarafından çok mutedil fiatla mükemmel bir büfe hazırlanmış olduğunu meraklılara sureti muhsusada bildiririz.”
Belki bir gün o vapur keyifleri canlanır diye umuyorum. Vapurda çay-simit, ayran-tost, taze sıkılmış portakal suyu keyfini ise İstanbul’dan kimse alamadı, alamayacak. Bu denizler vapur sefası için var ve hep var olacak.