Bu hikâyenin kahramanları bir anne ile kızı. Cunda Adası’nda bir taş binada kurdukları Ayna Cunda, adını içindeki dev aynadan almakla kalmıyor; anne-kızın içindeki iyi niyeti yansıtıyor, o iyi niyet de sofraya yansıyor. Anne-kız zamanla birbirlerinin aynadaki akislerine dönüşüyor
Nihal Sayın ve Ezgi Güven’in hikâyesi, 2005 yılında Ayvalık’ta eski bir binada başlamış. Dile kolay neredeyse 20 yıla yakın bir zaman. Anne kız, kendilerine güzel bir sofra kurar gibi özenle yemekler yapmışlar. İstemişler ki öyle çabuk çabuk yemek yenip çıkılan bir yer olmasın, aksine günün her saatinde keyfine varılabilen, zamanın yavaş aktığı, daha doğrusu insanın geçen zamanın keyfine vardığı bir yer olsun. Küçük ama özenli olsun, her misafir kendini evinde gibi hissetsin demişler. Bu düşünceyle açtıkları mekâna lokanta demeye kıyamamışlar, “Ayna Cunda yeme-içme-oturma yeri” demişler. Ama elbette zaman içinde değişmişler hem kendilerini hem de Ayvalık lezzetlerini günbegün keşfetmişler.
Hikâyenin kahramanlarından anne Nihal Sayın emekli bir edebiyat öğretmeni. Emekliliğinde İstanbul’dan göçüp Cunda Adası’na yerleşmeye karar veriyor. Belki deniz, dalgalar ve balıklar, belki yemyeşil otlar, belki de zeytin ağaçları, belki de o güzelim eski taş evler insanı kendine bağlıyor.
İşte bu taş binalardan biri, fena halde akıl çeler. Binanın sahibi balıkçı, artık işi bırakacaktır; balıkçının oğlu, Nihal Hanım’a burada bir yer açmasını teklif eder. Nihal Hanım tam bir ay boyunca her gün Taş Kahve’ye gelip çayını içer, binaya bakar, düşünüp durur. Zihninde bir de isim takar eski püskü binaya. Vişneçürüğü taşları ve beyaz krem rengi sövelerine atfen “Vişneli Pasta” der. Sonunda binayı tutmaya karar verir. Kızı Ezgi Güven ise henüz 24 yaşındayken bu çekime kapılıp annesinin peşi sıra yardıma gelir. Müzik teknolojisi okumuşken birden kendini yeme içme işinde bulur. Gerçi ailede herkes yemek meraklısıdır ve aile sofraları muhteşemdir, ama lokantacılık bambaşka bir iştir.
Taş binadaki dev ayna
Bu anne-kız hikâyesinin esas oğlanı tartışmasız 1902 tarihli taş bina ve içindeki eski dev ayna olur. Tam 6 metrelik tavanıyla, yüksek tavana uygun ahşap çerçeveli göğe uzanmak istercesine dev pencereleriyle ve duvardaki ışığı ışıl ışıl yansıtan dev aynasıyla bambaşka bir havası ve ışığı vardır. Adını “Ayna” koyarlar, Can Erçin’in logosu ile” Yeme-İçme-Oturma yeri” tam içlerindeki hissi yansıtır. Aslında kutu kutu pense misali mekân bir işletme için oldukça küçüktür, sadece 20 servis açabildikleri, küçücük ev salonu gibi 50 metrekare bir yerdir. O dev pencerelere uçuş uçuş beyaz ve gök mavisi perdeler asarlar. Masa örtüsünden peçetesine, arka duvardaki tasarım işi süslemelere kadar her dokunuşu zarif bir mekân yaratırlar. Santimetre’nin kurucusu Ayvalıklı seramik sanatçısı Tulya Madra’nın elinden çıkan seramikler, ilk buraya gelir. Arka duvarda tepedeki boşluğa önce kuru enginar çiçekleri koymaya başlarlar, sonra dallar devreye girer. Giderek o boşluk bir sahneye dönüşür; kâh origami kuşlar asılır, âdeta havada uçuşur, kâh ahşaptan boyalı balıklar akın eder, yelkenliler rüzgâra karşı durur. Bazen misafir sanatçılar konuk olur; Sahir Erdinç’in kâğıt kayıkları havada salınır, duvarlar başka sergileri konuk eder, mesela en son Güher Mörel’in “Telaşsız İşler” sergisi buranın telaşsız huzurlu havasına tam uyar.
Kırk gün enginar yemeli
Yemeklere gelince mutfak da sürekli bir değişim içinde olur. İlk başta tavuk şiş, ızgara köfte gibi yemekler, kendi deyimleriyle onlu bunlu karışık salatalar yaparlar. Sonra yavaş yavaş Ayvalık mutfağının farklı boyutlarını keşfederler. Sundukları yemekler kısa sürede değişir, yerelleşir, kişiselleşir. Sağlıklı, yerel ve çevreye, bulunduğu coğrafyaya saygılı bir mutfak gelişir. Sıvı yağ olarak kızartmalarda bile sadece Ayvalık Kürşat zeytinyağı kullanırlar. Deniz mahsulleri doğrudan balıkçıdan alınır. Cunda pazarı zaten hemen arka sokakta kurulur, otlar oradan gelir. Aradan yıllar geçer. Enginarla giderek artan bir aşk yaşarlar. Hani derler ya, “mevsiminde kırk gün enginar yemeli” diye. Öyle de yaparlar. Hem de her gün farklı pişirerek. Böylece Ezgi Güven’in kaleme aldığı “40 gün-40 Enginar” kitabı doğar.
Anne kız Nihal Sayın ve Ezgi Güven 17 yaşındaki mekânda 17 yaşındaki manolya ağacıyla...
Sofraya yansıyan ışık
Ayna Cunda, eşsiz bir yeme-içme-oturma mekânı olarak 17’nci yılını kutluyor. Artık rüştünü ispatladı. Bu arada 2018 yılında ünlü Amerikalı yazar Alice Waters’ın başını çektiği “TL&CC-Truth, Love, Clean Cutlery”, doğruluk, dürüstlük, tutku ve temiz, adil, mutfak ilkesini benimseyen rehbere, Türkiye’de İstanbul dışından giren tek lokanta oldu. Kendilerine 17’nci yaş hediyesi 17 yıllık bir manolya ağacı aldılar; şimdilik içeride misafir, bu yıl sonunda bahçelerine dikecekler. Yaz günlerinde binanın terasına kısıtlı sayıda masa koyuyorlar, iç mekândaki ferahlık duygusuna ek püfür püfür esintili güverte gibi bir seçenek oluyor. Bu anne-kız, küçücük binada çoğu kadın çalışanlarıyla birlikte kocaman bir Ayna ailesi kurdu. Adını içindeki dev aynadan aldı, anne-kızın içindeki iyi niyeti yansıttı, içlerindeki ışık sofraya yansıdı.