Sultani üzüm o kadar kıymetli ki kapanın elinde kalıyor! Bizde iller paylaşamazken, Amerika çoktan başka isimle sahiplenmiş, Yunanistan ise Osmanlı’nın Girit’e götürdüğü üzümü Girit adına Stafida Sultanina Kritis olarak tescillemeye çalışıyor
Sultani veya Sultaniye üzümü olarak bilinen üzüm çeşidi Ege’nin has ürünlerinden, pek çok ilçe için ekonominin bel kemiği. Yüksek şeker oranı nedeniyle distile içki üretiminde büyük önemi var. Ama asıl ekonomik önemi sofralık taze olarak çok sevilmesinde ve kuru üzüm için ideal bir üzüm çeşidi olmasında. Tarih boyunca Ege’nin çekirdeksiz kuru üzümü, İzmir Limanı’ndan dünyaya ihraç edilmiş, İç Ege bölgesinden Manisa Alaşehir’den aşağı Sarıgöl Ovası’na, oradan dağları aşıp neredeyse Denizli’ye kadar uzanan bir havza, âdeta Sultani üzüm denizi gibi uzanıyor. Ucu bucağı gözükmeyen bağlarda bugünlerde tam hasat zamanı; salkımlar toplanacak, yaş üzümler zedelenmeden kasalara itinayla yerleştirilip yola çıkacak, kurutmalıklar ise ayrılıp ince bir işlemden geçecek, ağustosun son sıcaklarında güneşin kızgın ışığında bal gibi tatlanacak, pul pul altın gibi kuruyacak.
Sultani üzümün kurutması bile incelikli. Salkımlar zedelenmeden, taneleri saptan ayrılmayacak şekilde itinayla toplanıyor. Potasa (potasyum karbonat) ve yüksek asitli zeytinyağı içeren çözeltiye bandırılıyor; “yama arazi” denilen nem tutmayan, sabah çiği almayan bir alanda sergilere serilip güneşte kurutuluyor. Ağustos sonu sıcağında 7-10 gün arasında kuruyan üzümler, ucu sivri, delici olmayan özel tırmıklarla salkımından ayıklanıyor, kalan çöpü savrularak temizleniyor ve paketleniyor.
Sahip çıkan çok
Sultani üzümün menşei bizim Ege Bölgesi. İki il tarafından “Coğrafi İşaret” tescili almış. İlk davranan İzmir Ticaret Borsası olmuş ve 2003 yılında yapılan başvuruda tüm Ege Bölgesi kapsanarak tescil, “Ege Sultani Üzümü” olarak 2004’de yapılmış. Hatta coğrafi sınırlar olarak İzmir’in Kemalpaşa, Menemen, Menderes, Bayındır, Torbalı ilçeleri; Denizli’nin Çal, Çivril, Güney, Buldan; Bekilli ilçeleri belirtilirken, Manisa’nın da tüm ilçeleri kapsama altına alınmış. Ancak Manisa Ticaret Borsası 2017 yılında tescile başvurmuş ve bu kez 2019 yılında “Manisa Sultani Çekirdeksiz Üzümü” olarak Coğrafi İşaret almış.
Paylaşılamayan üzüme sahip çıkan çok. Üzüm 1870’lerde Amerika’ya gitmiş. Ziraatçı William Thopson’un adını alarak “Thompson seedless” üzümü olarak nam salmış, şu anda Kaliforniya kuru üzüm üretiminin tamamı bu üzümden. Bu arada Yunanistan da üzümü sahiplenmiş, Avrupa Birliği’ne tescil başvurusunda bulunmuş. Neyse ki İzmir Ticaret Borsası çabuk davranıp itiraz dilekçesi vermiş. Bu arada asıl menşeinin tam olarak Karaburun olduğu tespit edilmiş. 2007 yılından beri süregelen “Karaburun Sultani Üzümünün Koruma Altına Alınması ve Yaygınlaştırılması Projesi” ile özgün üzüm yok olmaktan kurtarılmış.
Sultanlara layık
Manisa Sultani Çekirdeksiz Üzümü tescil belgesinde adının kökeni şöyle yazıyor: “Osmanlı Devleti’nde padişahlık yapmış Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman gibi önemli isimlerin de içinde yer aldığı şehzadelerin yetiştiği Manisa’da, tadı, aroması ve yapısıyla ‘sultanlara layık’ görülmesiyle Sultani ismini almıştır.” Bu bağlantının tarihi bir kanıtı var mı bilemeyiz ama her bölgede en nadide, en narin ürünlerin Sultani ismiyle anıldığı kesin. Yabancı dillere de aynen geçmiş; İngilizcede “Sultana” Almancada “Sultaninen” adıyla anılıyor.
Türkiye’nin üzüm ambarı Manisa Alaşehir’de yapılan “Sultaniye Üzüm Hasat Töreni” ile üzüm hasadı başladı. Manisa’da kökü eskilere dayanan “Üzüm Bayramı” 1950 yılında L’Illustration de L’Orient dergisine kapak olmuş.
İngiltere Kralı’na jest
Osmanlı yönetimi 17’nci yüzyılda yerli ihtiyacı karşılayabilmek amacıyla kuru üzüm ve incir ihracatını yasaklamış. Ancak 1675 yılında İngiltere ile imzalanan bir ticaret anlaşmasıyla o zamanın İngiltere Kralı II. Charles’ın özel mutfağı için yılda iki gemi yükü kuru incir ve kuru üzüm gönderilmesine izin verilmiş. Ticaret anlaşmalarını yaklaşık iki asır sonra iki cilt halinde kitaplaştıran avukat ve hukuk yazarı Joseph Chitty’nin verdiği bilgiye göre, Kral ve Babıâli arasındaki dostane ilişki sebebiyle böyle bir ayrıcalık tanınmış. Kral ücreti yüzde 3 vergisiyle bizzat kendi bütçesinden ödemiş.