Yazarlar"Avrupa'nın yeni güvenlik mimarisi" ve Türkiye

"Avrupa'nın yeni güvenlik mimarisi" ve Türkiye

09.12.1996 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şükrü Elekdağ

Avrupanın yeni güvenlik mimarisi ve Türkiye

AVRUPALI ülkeler, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla komünizmin askeri ve ideolojik tehdidinden kurtulmalarına rağmen, soğuk savaş sonrası dönemde bekledikleri istikrar ve güvenlik ortamını da tam anlamıyla bulamadılar... Karşılaştıkları yeni riskler ve sorunlar nedeniyle şu sorulara yanıt aramaya başladılar:
* Yugoslavya'da ve eski Sovyetler Birliği topraklarında karşılaşılan türden, etnik çatışma, toprak anlaşmazlıkları ve azınlık sorunlarından kaynaklanan savaşlar ve kanlı olaylar nasıl önlenebilir?
* Avrupa'da yeni askeri bloklaşmalara ve etki alanlarına yol açmayan, ortak ve kapsamlı bir güvenlik mimarisi nasıl oluşturulabilir?
* Rusya Federasyonu nasıl tecrit olmaktan ve neo - emperyalist bir politika izlemekten alıkonulur ve Avrupa güvenlik yapısı içine entegre edilir?
Bu bağlamda, Avrupa'nın istikrar ve güvenliğinin yeni stratejik koşullara uygun olarak sağlanması ihtiyacı NATO'yu da yeni arayışlara ve yapısal bir dönüşüm sürecine yöneltti.
NATO bir taraftan askeri yapısını yeni koşullara uydurma çalışmalarına girişirken, diğer yandan da Avrasya bölgesinde istikrara katkıda bulunacak adımlar attı.
Bu amaçla, NATO, eski Varşova Paktı üyeleri ve bağımsızlıklarına kavuşan eski Sovyet cumhuriyetleriyle siyasi ve güvenlik konularında çok taraflı bir diyalog ve danışma forumu oluşturma amacıyla 1991'de Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi'ni (KAİK) kurdu. 1994'te de, NATO, sadece eski Varşova Paktı üyeleriyle askeri faaliyetler alanında işbirliğini öngören Barış İçin Ortaklık (BİO) programını yürürlüğe koydu. (KAİK ve BİO'ya katılan ülkeler NATO'nun güvenlik garantisinden yararlanamıyor.)
Ancak, artık Merkezi ve Doğu Avrupa ülkeleri (MDAÜ) olarak tanımlanan eski Varşova Paktı üyeleriyle Baltık ülkeleri, NATO'yu Rusya'nın emperyalist politikalarının hortlamasına karşı bir sigorta poliçesi olarak gördüklerinden ittifaka tam üye olma yolundaki ısrarlarını sürdürdüler.
NATO'nun Bosna'da akan kanı durdurması ve İFOR gibi siyasi, askeri ve lojistik açılardan çok karmaşık bir operasyonu uygulamada başarı göstermesi, ittifakın soğuk savaş sonrası dönemdeki rolü ve örgüt olarak devamı konusundaki tartışmaları bıçak gibi kesti.
Bu gelişme aynı zamanda, NATO'nun, Avrupa'nın yeni güvenlik mimarisine temel oluşturacak yegane kuruluş olduğu yolundaki Batılı ülkeler görüşüne de ağırlık kazandırdı.
NATO'nun genişlemesi konusunun son zamanlarda ivme kazandığını ve ABD ile bazı Avrupalı ülkeler arasında tam bir nüfuz rekabetine dönüştüğünü görüyoruz. Almanya, tarihi nüfuz bölgesi addettiği MDAÜ'lerin NATO'ya ve AB'ye katılımını sağlayarak hem kendi topraklarıyla Rusya arasındaki koruyucu bir kuşak tesis etmek hem de bu ülkelerin hamisi rolünü pekiştirmek amacını güdüyor... Bu rolü Almanya'nın inhisarına bırakmak istemeyen İngiltere, Fransa ve İtalya da belirli MDAÜ'lerin "sponsor"luğuna soyunmuş durumdalar.
Tabii, ABD'nin de meydanı Avrupalılara boş bırakmak kesinlikle işine gelmiyor. Nitekim, Başkan Clinton, MDAÜ'lerden ilk grup adayların NATO'ya tam üyeliklerinin 1999'da gerçekleşeceğini açıklamış bulunuyor. Bu adayların, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya olmaları kesinleşmiş gibi.
Esasında, ABD'nin Avrupa savunma yapılanmasında oynayacağı rol çok önemli. Bu rol Avrupa bütünlüğü ve istikrarı için zorunlu. Zira, Amerikasız bir Avrupa Birliği, Alman hakimiyeti korkusu altında erir gider. Fransa, yeniden Rusya ile ittifak eğilimine girer. Tarihi koalisyonlar gündeme gelir. Almanya hegemonyacı role soyunur...
Ocak 1994 Brüksel Zirvesi'nde alınan kararla genişleme sürecini başlatan NATO, Rusya'nın bu konudaki itirazlarını yumuşatma hususunda büyük çaba sarfetti.
NATO, Avrupa'da "kalıcı ve istikrarlı bir güvenlik" ortamının ancak Rusya'nın yeni güvenlik sistemiyle bütünleştirilmesi suretiyle gerçekleştirilebileceği görüşünde olduğunu, bu nedenle de, Rusya'nın tecrit olunmasının engellenmesine ve bu ülkedeki demokratik güçlere ve reform sürecine destek verilmesine önem verdiğini her fırsatta Moskova'nın dikkatine getirdi.
Bu görüşle, NATO, Rusya ile ilişkilerini kollektif güvenliğe dayanan ve aralarında kapsamlı istişareyi öngören bir anlaşma çerçevesine oturtmayı tasarlıyor.
Ukrayna'nın güvenliğinin de bu kollektif güvenlik anlaşması çerçevesinde belirli garantilerle karşılanması öngörülüyor.
Her ne kadar, Lizbon'da yapılan son AGİT zirvesinde Rusya Başbakanı Çernomirdin, NATO'nun muazzam saldırı gücüyle Rus sınırlarına yaklaşmasını ülkesine karşı bir tehdit ve Avrupa'da yeni bölünmelerin başlangıcı olarak gördüğünü ve bunun kabul edilemeyeceğini söylemişse de, eski siyasi ve askeri ağırlığına sahip olmayan Rusya'nın NATO'ya pek kafa tutacak hali de yok...
En önemlisi, Rusya'nın çıkarlarını