1990’lı yılların ortalarıydı, Nurseli İdiz’in Prizma diye bir haber programı vardı, ben de mesleğe yeni başlamış bir muhabirdim, biz bir konuyu tartışmaya açmaya niyetlendik: Boşanma halinde evlilik süresince edinilmiş malların eşit paylaşımı meselesini. Gidiyoruz, toplumun çeşitli kesimlerinden insanlara soruyoruz; nasıl olmalı bu paylaşım?
Kafamızda da çalışan kadınlar kadar, emekleri görünmez kabul edilen ev kadınlarının da hakkının teslim edilmesi var. Belki para kazanmamış olabilir ama kocası dışarıda çalışırken o sekiz saati kesin geçen ev içi mesai süresiyle bunu fazlasıyla hak eder, bu cevabı bekliyoruz. Özellikle de kadınların çalışma hayatına katılma konusunda karşılaştıkları çifte standartlar göz önünde bulundurulduğu zaman.
Prof. Dr. Aysel Çelikel de var soruşturmamıza katılıp cevap verenler arasında, dönemin ünlü sanatçıları da, halktan insanlar da. Şuna son derece şaşırmıştım, o kalender tavrıyla “Ceketimi alır giderim,” diyen sevgili Ahmet Kaya dışında çok fazla erkek destekçimiz çıkmamıştı. Hele hele şimdi adını vermeyeceğim, her daim “emek”ten yana, “adalet”ten yana önemli bir şair ve yazarımızın konuyla ilgili boşandığı eşiyle konuşmamızı engellemeye çalıştığını bugün gibi hatırlarım.
Yani bu işler ne eğitim dinliyor ne entelektüel birikim, bunu ilk fark edişim o zamandır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan “Baro Başkanı da dövüyor, hakim de, il emniyet müdürü de” diyor ya, o hesap. Kadın erkek eşitsizliği dendi mi tam bir konsensus hakim toplumun erkek kanadında.
Gençcan bu sözleri sarf ettiği seminerde asıl 1988 yılında süresiz hale getirilen nafaka konusuna değiniyor ve “süresiz nafaka mağdurları” adıyla örgütlenen kanadın gönlünü fetheden açıklamalar yapıyor. “Sindiremiyorum bunu” diyor ve örnekler sıralamaya başlıyor: “Sen elin adamıyla gayrı meşru yaşa, ben sana her akşam içki paranı göndereyim. Ben yatmışım biriyle sen de yatmışsın biriyle. Ben sana bir ömür boyu nafaka. Ben tükürdüm sen tükürdün. Bir ömür boyu nafaka. Böyle bir şey mi olur?”
“Kutsal” evlilik birliğine yaklaşım bu. Sevdiğin, ayıla bayıla evlendiğin, bir ömür boyu beraber olma sözü verdiğin kadından şu veya bu sebeple ayrılıyorsun ve durum özeti “Sen tükürdün, ben tükürdüm”. Ayrıca boşanmış kadın her gece içiyor, parasını da eski eşinden alıyor. Enteresan.
Yanlış anlaşılmak istemem, ben bir ay evli kaldığın adamın sana ömür boyu nafaka vermesi gerek diye düşünmüyorum. Ama okutulmayan, küçücük yaşta evlendirilen, bir meslek sahibi olmasına izin verilmeyen, ya da okuduğu halde çalıştırılmayan, özetle o evlilik kurumundan çıktığı anda hayatını idame ettiremeyecek olan ne kadar çok kadın olduğunu eminim Sayın Gençcan benden daha iyi biliyordur. Tıpkı her kesimden kocanın karısını dövdüğünü bildiği gibi. Ne öneriyoruz,
o kadınlar açlıktan ölmemek için dayaklarını yiyip otursunlar mı mesela? Kimse mutsuz olduğu evden gidemesin mi? Süresiz nafaka kimseyi mağdur etmesin diye süresiz evlilik mağdurları mı doldursun etrafı?