Dün telefonuma gelen ‘veda’ ilanına bakakaldım. “Gülriz Sururi Cezzar dünyamızdaki yolculuğunu tamamladı. Dilediği gibi dün toprağa karıştı”.
Sanki “Bir meteor geldi dünyamıza çarptı” yazıyormuş gibi anlamaz ve inanmaz gözlerle baktım sahiden.
Gülriz Sururi, özellikle kendisini tanıma şansı bulmuş insanları sürekli şaşırtan bir kadındı, doğruya doğru.
Hayata bağlılığıyla şaşırtırdı mesela. Seksen yaşından sonra internet kullanmayı öğrenmişti, 150 bine yakın takipçisinin sabah güne başlarken ilk baktığı Instagram hesaplarından birine sahipti.
Bitmeyen enerjisiyle şaşırtırdı. Aynı zamanda 10 yıldan uzun zamandır kiracısı ve komşusu olduğum için sıkça karşılaşırdık, kendisinden bir gün olsun “Yorgunum, rahatsızım, eh işte” gibi bir şey duymadım. Aymazlık içeren bir iyimserlikten söz etmiyorum, her zaman gücü vardı. Bir şeyleri değiştirmeye, olmaz denileni oldurtmaya. 1960’lı yıllarda araba satıp banka kredisiyle Türk tiyatrosunda çığır açacak “Keşanlı Ali Destanı”nı oynayacak gücü nasıl bulduysa, yıllar sonra önemli bir rahatsızlık geçiren eşi Engin Cezzar’ı hayata bağlayan da onun azmi oldu, mesela. Onu da geçtim, 87 yaşında kalçasını kırdıktan yirmi gün sonra yürüyen bir insana ne denebilir?
Her daim yeteneğiyle şaşırttı tabii. Müzik ve dans becerisiyle birleşen dört başı mamur oyunculuğuyla, anılarını birer roman gibi okutturan sahiden parlak kalemiyle, sözü, sohbeti, lezzetli sofralarıyla, son derece özgün ve kendine yakışan giyimiyle, hani kaç yetenek var bir bünyede belli değil.
Bir de tabii güzelliği ve gençliğiyle. Bu ülkenin kadınları kırk yıldır Gülriz Sururi’nin gençlik sırlarını merak ediyor; bu konuda kitap bile yazdı, bir senedir Instagram takipçilerine “Gülriz gibi yaşlanma” tüyoları veriyor ama kendisi yaşlanmadı. Bu yaz da her yaz olduğu gibi Torba’da çekilmiş bikinili fotoğrafını paylaştı mesela, ne de iyi etmiş.
Sanırım artık işin sırrının ıhlamur toniğinde, ebegümeci kreminde olmadığını kabul etmek lazım. Mesele hayata nasıl baktığında, kendine neyi layık gördüğünde. Sen yaşını hatırlatıp durmaz, “Artık bizden geçti” demezsen, köşene çekilip yalnız ve huysuz bir ihtiyar olmayı seçmezsen hayat da senden vazgeçmiyor.
O zaman işte 90 yaşında da ölüm vakitsiz oluyor, şaşırtıcı oluyor. Öyle de bir gidiş seçti ki aklımızda en son ya dans eden bir görüntüsü kalacak, ya Selim İleri ile kadeh tokuşturan, mutlaka hep sürmeli kocaman gözleriyle gülen. Ne hastalandığını bildik, ne tabutu önünde ‘selfi’ çektiren oldu. Şatafatlı bir tören, kendi deyişiyle “cami avlusunda bir kokteyl parti” istemedi, usulca, su gibi akıp geçti.