Sütunlarda yeri gittikçe küçüldüğü ya da rutine bağlandığı için gözlerden kaçan haberler var, hava kirliliğine dair çevre raporları. Sürekli farklı şehirler için tehlike çanlarının çaldığını, kırmızı alarmların yanıp söndüğünü bildiriyorlar. İstanbul başı çekiyor. Aslında rapora da gerek yok, kapıdan dışarı adım attığımızda genzimizi yakan havadan da biliyoruz, ansızın çöküp saatlerce kalan sislerden de...
“Paris’te de hava kirliliği varmış” bir teselli değil maalesef. Orada değil burada nefes almaya çalışıyoruz biz. Ve hepimizin okul çağında ders kitaplarından öğrendiğimiz üzere, dünyanın akciğerleri ormanlar, ağaçlar. Hani şu kese yaka bitiremediklerimiz var ya, onlar.
Dün iki adet haber vardı medyada. Biri Habertürk’ten. Belgrad Ormanı’na yolu düşenlerin ağaçlarda gördüğü kırmızı çarpı işaretleri tedirginlik yaratmaya başlamıştı. “Neler oluyor?” diye soranların bir tahmini de vardı elbette: Oradan geçecek Haliç-Kemerburgaz Dekovil Hattı için ağaçların kesileceği.
Derhal change.org’da imza kampanyası başlatıldı ve henüz ihalesi bile yapılmamış proje için çalışma yapılmasına itiraz edildi. İBB’den gelen cevap ise “Proje kapsamında ağaç kesilmeyecek, ancak raylı sistem güzergâhındaki ağaçlar uygun bir yere taşınabilir” oldu. Ağaçlardaki işaretlemeler ise kendileri tarafından yapılmamış. O zaman bir ihbarım olacak; birileri ağaçları işaretliyor, gözünüz üzerlerinde olsun.
İkinci haber, şehrin göbeğinden, Maçka Parkı’ndan. Parkın etrafı inşaat çitleriyle kapatılmış, yine işaretlenen ağaçlar mevcut, Maçka Forumu sökülen ağaçlar da olduğunu duyuruyor.
Belediyeden yapılan açıklama trafiği rahatlatmak için kavşak ve tünel inşaatları yapılacağı yolunda. Ağaçları kim işaretledi, Allah bilir. Kesilecekler mi, taşınacaklar mı bilmiyoruz ama çok da fark etmiyor. Orası bu şehrin en merkezi yaşam alanlarından biri, hepimize lazım.
Trafiğin İstanbul’un en büyük dertlerinden olduğu açık, çözülmesin mi? Çözülsün elbette. Ama onu çözmek adına parklara, bahçelere, ormanlara zarar verirsek ortaya daha hayati ve daha kalıcı bir sorun çıkıyor: Nefes alamıyoruz. Hava kirliliği bu hızla artmaya devam ederse ne kavşak kurtarır İstanbul’u,ne tren.
Kadınların tepkisi Polanski’yi yendi
Biz cinsiyet ayrımcılığını kendi ülkemizin bir gerçeği olarak yaşıyoruz ama işin aslı, dünyanın her yerinde erkek egemen düzen şansını zorlamak içim elinden geleni ardına koymuyor. Kadınlara düşen de bu hayatta o şansı azaltmak için çabalamakmış demek.
Bu hafta Fransa’da kadın örgütleri ayağa kalktı. Neden? 1977’de Los Angeles’ta 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz ettiği için hakkında mahkûmiyet kararı olan, mahkemeyle anlaşarak 42 gün hapis yatıp Fransa’ya kaçan yönetmen Roman Polanski Cesar ödüllerinin jüri başkanlığına getirildiği için.
Ortada suçu sabit, cezasını çekmemiş bir adam var. Tabii 42 gün hapsi yeterli göreceksek o başka. ABD Polonya’dan kendisinin iadesini istemiş, reddedilmiş. Neden zorluyorsunuz şansınızı, tecavüz mağdurlarını delirtmek için mi?
Diyelim ki dünyanın en büyük yönetmeni, bu onu hoş görmek, itibarını iade etmek için yeterli mi? Kaldı ki ortada sarsılmış bir itibar bile yok görünüşe göre. Cesar ödüllerinin gönlü rahat belli ki.
Ancak Fransız Kadın Hakları Bakanı Laurence Rossignol dahil, birçok kadın meseleye dehşetle yaklaşıp kıyameti koparınca, Polanski önceki gün başkanlığı bıraktığını açıkladı.
Avukatı hâlâ “Yersiz bir tartışma nedeniyle” diyor.
Diyorum ya, her yerde durum aynı. Tacizin, tecavüzün destekçisi çok, iş ille kadınlara düşüyor.