ALS ile geçen yılların tamamen felçli ve 24 saat bakıma muhtaç bıraktığı New Yorklu iki yetişkin çocuk annesi Kathryn’in hikâyesini izlemeye başlarken aklımda hiç hayat üzerine bu kadar çok düşüneceğim, bir sonraki adımı merak edeceğim, hele hele zaman zaman güleceğim yoktu. Üzülmeyi, vah vah demeyi planlarken zekâsına, keskin ve acımasız mizah anlayışına hayran olacağım bir kadın portresiyle tanıştım, 41. İstanbul Film Festivali’nden En İyi Belgesel Ödülü’yle ayrılan “Eat Your Catfish”te.
2015 yapımı “Ana Yurdu”ndan sonra yeni filmini beklediğimiz Senem Tüzen’in Adam Isenberg ve Noah Amir Arjomand (Kathryn’in oğlu) ile birlikte yönetmenliğini ve yine Adam Isenberg ile birlikte kurgusunu üstlendiği film, bütün ihtiyaçları için başkalarına bağımlı ama zihni son derece aktif ve sağlam Kathryn’in tekerlekli sandalyesine monte edilmiş bir kamerayla çekilmiş. Anlatıcılar yok, dış gözler yok, hastalık sürecinden ya da “sağlıklı Kathryn”den söz eden konuşan kafalar yok. Tamamen Kathryn’in kendi hikâyesi, kendi bakış açısı ve tabii kendi öfkesi, kendi isyanı. Sık sık umutsuzluğa kapılıp lafı hiç dolandırmadan bir tahta kutuya ya da IKEA poşetine konarak kremataryuma götürülmeyi vasiyet etse de kızı Minou’nun düğününü görebilmek için sabrediyor Kathryn. Mutlu aile toplantılarını bir kenardan izliyor, katılamasa da çocuklarına hâlâ onları hayatta her şeyden çok seven bir anneleri olduğunu hissettirmenin önemine inanıyor.
Filmin en çarpıcı yanlarından biri, Kathryn’in sabırsız (ve görüldüğü kadarıyla hayli duyarsız) bir karakter olan kocası Said ile ilişkisi. Yıllardır umutsuz bir hastalıkla yaşayan karısına “Sabahın dördü oldu, uyumaya çalışsana, ‘Prensesle Bezelye Tanesi’ gibisin, bir rahat edemedin” diyen bir koca ve “Hayatımda tanıdığım en zayıf insansın” diyerek boşanma hayalleri kuran Kathryn. Ara sıra gördüğümüz eski fotoğraflarından üniversitede tanışan ve birbirini seven bir çift olduklarını anlıyoruz ama bu zorlayıcı şartların onları getirdiği hal de en az o karelerdeki mutluluk kadar sahici. Said açıkça “Ben neden hayatımın geri kalanını buna vakfedeyim ki?” diye soruyor. Herhalde asıl sorgulanması gereken evlilik yemininin “hastalıkta ve sağlıkta” bölümü.
“Eat Your Catfish”, görüp görebileceğimiz en riyakârlıktan uzak, bütün sertliğiyle gerçek aile portrelerinden birini sunuyor seyirciye. Bireylerinin birbirine olan şefkatiyle, öfkesiyle ve bıkkınlığıyla. Noah mesela son derece ilgili, sevgi dolu bir oğul ama ‘aksilenerek’ sık sık bakıcı kaçıran annesinin bakımı ile akademik çalışmaları arasında sıkışıp kalıyor. Tam iş için seyahate çıkacağını söylediği zaman “Ölmek istiyorum” diyen annesine “Gözüm arkada kalsın, rahat edemeyeyim diye mahsus mu yapıyorsun?” diye isyan ediyor örneğin. Söz ‘bakıcı kaçıran aksiliğe’ gelmişken, elbise giydirilirken önce kollarını geçirmeyi tercih eden Kathryn’in “Böylesi daha kolay” diye tersini yapmakta inat eden bakıcıya konuşma cihazının o metalik sesiyle tekrar tekrar “Benim bedenim, benim elbisem, benim sözümü dinlemen lazım” deyişi de unutulmaz sahnelerden biri gerçekten.
Bedeninin içinde hapsolmuş, ölmeyi arzu eden ama hâlâ zehir gibi zeki ve esprili bir kadının öyküsünü kurbanlaştırmadan, kamerayı ve sözü ona vererek anlatan “Eat Your Catfish”, bu yıl 25. kez düzenlenen Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde gösterilecek. Kaçırmayın.