Küçücük bir kız çocuğu, dili zor dönüyor ağzından çıkan kelimelere, ki zaten hiç dönmese daha iyi. “Çiğnenecekse şehit atanın mezarı, şimdi git oğul” diyor; “Bize artık vuslat, mahşerden sonrayadır”.
Karşısında gene onun boylarında bir oğlancık, elinde boyundan büyük bir tüfek, “Ya şehit ol ya gazi” telkinleri eşliğinde savaşa gidiyor. Kendi gibi asker olmuş minik arkadaşlarıyla kahramanca çarpışıyorlar, dehşet verici silah sesleri, patlamalar, çatlamalar ve sonunda hepsi şehit oluyor. Küçük bir hemşire gelip bayrak örtüyor üstlerine.
Derken bir slayt gösterisi başlıyor. Hayatın aşamalarını gösteriyormuş. Gene şehadet işareti yapan minik askerler, dev silahlarla “Canım anam” yazısı arkasında hatıra fotoğrafı çektiriyorlar.
Derken bir kız isteme sahnesi. Oğlan askere gitmiş, sağ salim dönmüş belli ki, şimdi sıra hayattaki ikinci görevinde: Yuva kurmak. Birinci karede küçük gelin kahve yapmış, ikincide kına gecesinde damadı kırmızı duvağı kaldırırken görüyoruz, derken gelinin abisi kızın beline kırmızı kuşak bağlıyor, nikâh masası kuruluyor, gelinle damat evlerine yerleştiriliyor ve arkasından da hacca gidiyorlar.
Evrensel gazetesinden Eylem Nazlıer’in haberinden gözlerimizle görerek öğreniyoruz ki bunların hepsi İstanbul’da bir anaokulunun Esenyurt Belediyesi Kültür Merkezi’ndeki yıl sonu müsameresinde oluyor. Bu küçük askerler, gelinler, damatlar, şehitler hep 3 ile 6 yaş arasında yani.
Biz mevsimleri, meslekleri falan canlandırırdık müsamerelerde, burada daha okuma yazma bilmeyen çocuklar gözlerini açar açmaz ilk iş ölümü kutsamayı öğreniyorlar. Ne işi var dört beş yaşında çocuğun mezarla, mahşerle, şehadetle? Sanki hayatımızın içinde yeterince şiddet, acı, ölüm yokmuş gibi bir de anaokulunda savaş simülasyonu, şehadet provası yaptırmak neyin nesi?
Televizyonda, sinemada “Şiddet ve korku öğeleri var” diye film izlettirmeyeceğiniz çağdaki çocukları bizzat bir korku filminin içine yerleştirmeye kimin ne hakkı var? Amacımız barış ve huzuru tesis etmek ve çocuklara daha iyilik dolu bir dünya bırakmak olmalıyken, “Çocuğum, böyle kâbus gibi bir dünyaya doğdun, bu yaştan bil, değiştirmeye de çalışma, senin kaderin savaşmak, öldürmek ve ölmek” diyoruz yani.
Ha arada da evlenmek tabii. Okumak, öğrenmek, bilimle, sanatla uğraşmak, bir meslek sahibi olup işini iyi yapmak, ne bileyim dünyayı gezmek, insanlığa faydalı olmak falan gibi hedefler lüks. Bizimkiler doğacak, evlenecek, ölecek. ‘Çocuk gelin’ gibi bir utançla mücadele eden bir ülkede, anaokulunda kırmızı kuşaklı gelinler herhalde en son müsamere konusu olmalı.
Haber yayımlandıktan sonra, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı harekete geçmiş, konuyla ilgili işlem başlatılmış. Ayrıca konu CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş tarafından Meclis gündemine de taşınmış.
Umarım bu dehşet görüntüleri bir işe yarar da çocuklarımızı emanet ettiğimiz kurumlara sıkı bir denetim getirilir. Küçücük çocuklara kan ve ölüm kokan bir dünya çizmenin, bellerine kuşak, ellerine silah tutuşturmanın, idam ipleriyle, şehadet işaretleriyle poz verdirmenin bir sonu gelsin artık.
Bizim çocuklarımızın da gülüp oynamaya, çocuk olmaya hakkı var. Savaş öyle övülerek anlatılacak, küçük yaşta hedef diye çocuğun önüne konacak matah bir şey değil. Yaşamayı ve yaşatmayı öğretin çocuklara, öldürmeyi öğrenmeseler de olur.