Sıla’nın gördüğü şiddet nedeniyle Ahmet Kural’dan şikâyetçi olmasıyla “Müslüm” filminin gösterime girmesi üst üste geldiğinden olsa gerek, defalarca dayak yediği halde Müslüm Gürses’i terk etmeyen Muhterem Nur örneği ileri sürülür oldu konunun gündeme geldiği ortamlarda. Tam olarak “Bak o ne güzel yemiş dayağını oturmuş, seven kadın öyle yapar” şeklinde değilse de, saygı duyulası, özenilesi, ömürlük bir aşkın olmazsa olmaz parçası gibi. Birini olduğu gibi kabul edip sevmek tokatlarını, yumruklarını, tekmelerini de sevip benimsemeyi gerektirirmiş gibi. “Şiddet de sevdaya dâhil”miş gibi.
Belki biraz da bu nedenle görmeyi ertelediğim “Müslüm” filmini bu hafta sonu izleyebildim. Timuçin Esen’e tabii ki hayran olarak, gözyaşlarımı tutamayarak, böyle acı bir hikâyeden sağ olsa da salim çıkmanın mümkün olmadığını düşünerek, kendisini bıçaklayan hayranını geçtim, annesiyle kardeşini öldürerek hayatını darmadağın eden babasına bile merhamet eden kalender bir adam olarak Müslüm Gürses’i bir kez daha severek.
Anladım yani onu, böylesi şiddetle büyütülmüş birinin o arbededen sağlıklı çıkmasının beklenemeyeceğini kabul ettim. Üstelik şiddetin göre göre öğrenileceğinin en canlı örneğiydi. Eminim Muhterem Hanım’ın röportajlarında defalarca anlattığı gibi çok pişman oluyordu vurduktan sonra. Sabah ayılıp da karısının yüzündeki morlukları fark ettiğinde perişan olduğundan, elleri kırılsın istediğinden hiç şüphem yok. Ama bu, yumruklarını kendisine karşılık veremeyecek birine savurduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ne kadar kendini kaybederse kaybetsin, gücünün kime yeteceğini biliyormuş diyeyim özetle, bütün şiddet uygulayan erkekler gibi. Ve bu kesinlikle bir sevgi göstergesi değil.
Yoksa bu “sevda” penceresinden bakarsak, daha iki gün önce Gaziantep’te gece yarısı eve sarhoş gelip karısını uyandırarak dans etmek isteyen, kadın kendisini reddedince pompalı tüfekle öldüren kocayı da “Ne yapsın, seviyormuş ki dans etmek istemiş” diye anlayışla karşılamaya kalkışabiliriz. İkisinin arasında çok büyük bir fark yok maalesef, neticenin ölüm olması da her zaman an meselesi. Bunu Müslüm Gürses çocukluğunda bizzat yaşayıp görmüş biri olarak çok iyi biliyordu kuşkusuz.
Bu yüzden de, filmde en çok sevdiğim sahne, gece öldüresiye dövüp sabah hatırlamadığı Muhterem Nur’un bavulunu toplayıp, “Sen baban değilsin. Ben de senin annen değilim” diyerek kapıyı çekip gittiği sahne oldu. Sonunu bile bile istedim ki gerçek olsun, o kadın bu sefer gitsin ve dönmesin. Gerekçesi ne olursa olsun, atılan tokatların affı olmasın. Varsın Muhterem ile Müslüm “yüzyılın sevdası” olarak tarihe geçmesinler, yeter ki şiddet daha fazla şiddet doğurmasın. Kadınlar da sınırsız, “her şeyiyle, olduğu gibi” sevebilme kapasitelerini kendilerinden yana kullansın. Bize anlatılan sevda masalarının mutlu sonları böyle olsun.