Masal olabilirlerdi aslında. “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde” diye başlayabilir, masal bu ya, peri padişahının beyaz atı kaçıp dağ köylerinden birinde yaşayan Ahmet’in bahçesine girebilir, Ahmet atı alıkoyabilir, padişah dört yana haber salabilir, atını alıkoyanın kellesini isteyebilir, ancak güzeller güzeli kızının gönlü Ahmet’e kaydığı için katı kalbi yumuşayabilir, iki âşık engelleri aşıp kavuşabilirdi pekala. Onlar beyaz ata beraber binerek muratlarına ermiş biz kerevetine çıkmış olabilirdik.
Ama Gülbahar (Yeliz Şatıroğlu) ile Ahmet (Cihan Kurtaran) masalın değil Yaşar Kemal’in 1970’te yayımlanan “Ağrı Dağı Efsanesi”nin talihsiz âşıkları. Gülbahar’ın babası zalim mi zalim Mahmut Han (Hakan Örge). Ahmet’in canını almaya kararlı, en sevdiği kızını zindana attıracak kadar şakası yok. Gelgelelim Gülbahar ile Ahmet’in aşkı dillere öyle bir destan olur ki Ağrı Dağı’nın eteklerinden Van gölünün kıyılarından kalabalıklar ayaklanıp saraya akın eder. Mahmut Han korkup Gülbahar’ı bırakmak zorunda kalır ama son bir oyun oynar âşıklara: Ahmet’in Ağrı Dağı’nın doruğuna çıkıp ateş yakmasını şart koşar. Yani gidenin dönmediği dağa çıkıp ölmesini ister aslında. Ama kalabalıklar yalnız bırakmaz Ahmet’i. Mahmut Han’ın başa çıkamayacağı tek güç birlik olan halkın gücüdür. O ateş yanar… Evet, bu bir mutlu son gibi görünüyor ama zalimin zulmünü aşan aşk, insanın kendisini aşabilecek mi acaba?
“Masalların o güzel biten, kötülerin cezalandığı, iyilerin muradına erdiği aydınlık sabahı ancak görünmezler görünür, bilinmezler bilinir, çözülmezler çözülür olduğunda mümkün” diyor, “Ağrı Dağı Efsanesi”ni 2024 senesinde İstanbul Şehir Tiyatroları seyircisine aktaran yönetmen Yiğit Sertdemir: “Kavuşursan masal olur. Kavuşamazsan efsane”. Bu da efsane olmuş, malum.
İstanbul Şehir Tiyatroları bu sene temasını ‘Barış’ olarak belirledi ve sezonu yine Sertdemir’in yazısından ödünç alarak “eni konu bir baş dengbejin büyülü dilinden bize uzanan bir nefes alma vesilesi (…) Tüm olamamış aşklarımızın, kaybettiğimiz umutlarımızın, ayrılıklarımızın hikâyesi” olan “Ağrı Dağı Efsanesi” ile açtı. Büyüleyici atmosferiyle, dilinin hiç eksilmeyen gücüyle, umudu yitirip yitirip bulanların – sonra yine yitirenlerin coğrafyasına ait iki buçuk saatlik bir destan.
Oğuzhan Balcı’nın müzikleri çok etkileyici. Özellikle Ahmet’i oynayan Cihan Kurtaran’ın ve denbejlerden Arda Alpkıray’ın sesleri büyüleyici. Bir de oyundan çıkan herkesin ortak cümlesi, “at şahane” idi, gerçekten her girdiği sahneye damgasını vuran atı Özge Midilli oynuyordu ve evet, şahaneydi.
Özenli, görkemli bir oyun, “Ağrı Dağı Efsanesi”. Kalabalık, uyumlu bir oyuncu kadrosu, aklınıza, kalbinize kazınan sahneleri var. Özellikle herkesin bir meşaleyle dereden tepeden kopup gelerek yan yana durup koca bir ateşe dönüştüğü Ağrı Dağı sahnesinin etkisinden uzun süre kurtulmak mümkün değil.
Son sözü yönetmene vermek istiyorum, efsanelerin masala dönüşeceği günlerin özlemiyle: “Sanki ortamıza koca bir kılıç saplanmış da, elimiz birbirine dokunamıyor. Dokunabilse el ele tutuşacağız ama ne mümkün. Dokunabilse, masal olacağız”.
AĞRI DAĞI EFSANESİ
Yazan: Yaşar Kemal Uyarlayan ve yöneten: Yiğit Sertdemir Dramaturg: Sinem Özlek Müzik: Oğuzhan Balcı Dekor tasarımı: Barış Dinçel Kostüm, maske ve kukla tasarımı: Candan Seda Balaban Işık tasarımı: Osman Aktan Koreografi: Senem Oluz, Özge Midilli Müzik direktörü: Burçak Çöllü Ses tasarımı: Gökhan Suna Oyuncular: Arda Alpkıray, Ayşe Günyüz Demirci, Besim Demirkıran, Can Tarakçı, Cihan Kurtaran, Emrah Can Yaylı, Emre Yılmaz, Ertan Kılıç, Hakan Örge, Murat Üzen, Özge Midilli, Serkan Bacak, Uğur Dilbaz, Yeliz Şatıroğlu, Zeynep Ceren Gedikali