İzlediğim yerli dizilerle ilgili çoğunlukla bir sorunum oluyor: İçinde kendime, kendi yaş grubuma, kendi arkadaş çevreme dair bir şeyler bulamamak. Hani mesele aşksa 25 yaşına kadar yaşanıyor, 30’unda en geç evlenip çoluk çocuğa karışıyorsun, ondan sonra artık esas kızla oğlanın annesi, bilemedin ‘evde kalmış’ teyzesisin. Üzülme, gene de günün birinde aşk kapını çalabilir, bir ‘yan karakter’ olarak renk katabilirsin esas âşıkların serüvenine. Zannedersin 40’ını geçen kadınlar omuzlarına hırkalarını alıp örgü örerek potansiyel torunlarını bekliyorlar. Ne münasebet, bizim de hayatta ilginç hikâyelerimiz, kendimizce eğlenceli evet ve de komik - bir hayatımız olabiliyor.
Nihayet karşıma tam da bu hikâyeleri anlatan bir dizi çıkması bu nedenle bende maden bulmuşum hissi yarattı. 2020 biterken yayın hayatına başlayan Gain Medya’nın dizisi “10 Bin Adım”dan söz etmekteyim. Adını hepimizin gözünü cep telefonlarımızın sağlık uygulamalarına kilitleyen günde 10 bin adım atma mecburiyetinden alıyor. Bilmiyorum gününü o gün kaç adım attığına bakmadan bitiren, evinin salonunda bir aşağı bir yukarı yürüyerek hedefi tutturmaya çalışan kaç kişiyiz. Üstelik size haftalık hezimet raporu sunan, “Hedefine ulaşamadın” diye yüzüne vurup seni mutsuz eden bir uygulamadan söz ediyoruz. Üzerine sosyal medyada o günkü 18 binlik, 20 binlik ekran görüntülerini paylaşan hırslı arkadaşlarınız da ekleniyor, sonuçta cebinizde sizi sürekli eleştiren, kendinizi kötü hissettiren bir ‘şey’le geziyor oluyorsunuz.
Neyse, dizi adını bu mecburiyetten alıyor özetle. Atabilsek kolesterolden kalbe her şeyimize iyi gelecek olan, atamadıkça stres kaynağına dönüşen 10 bin adımdan. Devin Özgür Çınar ve Engin Günaydın tarafından canlandırılmakta olan karakterlerimiz arkadaş kalabilmeyi başarmış iki eski sevgili. Görünüşe göre aşk hayatlarının en hareketli dönemini yaşamıyor olmalılar ki günde 10 bin adım atabilmek için birbirlerine ihtiyaçları var. Bağdat Caddesi senin, Caddebostan sahili benim oflaya puflaya yürüyorlar, biz de hem onlarla beraber dolaşıyor hem de son derece komik ve de sahici diyaloglarına tanık oluyoruz. Arada eski sevgili, eski sevgilinin yeni sevgilisi ya da sosyal medyada yaşadığı süper hayat bir balondan ibaret olan bir tanıdık gibi eğlenceli karakterler de girip çıkıyor rotaya.
Şu an sadece iki bölümü yayında, her biri 10-12 dakikalık. Hikâye Devin Özgür Çınar ile Engin Günaydın’a ait, üstelik senaryoyu da Devin Özgür Çınar yazıyor. Sadece cep telefonundan izlenebilmek gibi bir zorluğu var ama olsun, 10 bin adım atarken bize eşlik eder.
Ozon usulü gençlik aşkı
Bu yıl İstanbul Film Festivali’nin büyük bölümünü çevrimiçi gerçekleştiren İKSV, film gösterimlerine aylık seçkilerle devam ediyor. Şu anda da bu yılın çok konuşulan, festivallerde prömiyer yapmış ancak 2020’ye denk gelmek gibi bir şanssızlığı olan 15 filmlik Ocak seçkisi seyirciyle buluştu. Her hafta sonu üç film izlemeye açılıyor ve beş gün yayında kalıyorlar. İstersen hepsine toplu bilet alıyorsun, istersen tek tek. Ama elini çabuk tutuyorsun, çünkü çevrimiçi de olsa bir seyirci kapasitesi var.
Ben açılışı François Ozon’un San Sebastian’da yarışan, 16 mm filme çekilen “85 Yazı” ile yaptım. Normandiya kıyılarında geçen, daha başından sonunun hayırlı gelmeyeceğini söyleyen bir gençlik aşkını anlatıyor Ozon. Biri 16, diğeri 18 yaşında olan Alex ile David denizin ortasında dalgaların alabora ettiği bir teknede tanışıyorlar ve bir yaz aşkı yaşıyorlar. Rüya gibi başlayıp kâbusa dönen, Rod Stewart’ın “I am Sailing”iyle taçlanan bir 80’li yıllar gençlik aşkı. Görüntüleriyle, renkleriyle insanı büyüleyen, Ozon’un anlatmayı çok iyi becerdiği gençlik ve aşk duygusunu her karesinde taşıyan bir film. Çarşambaya kadar gösterimde.