Eurovision epeydir bizim için ailece bir cumartesi akşamını ekran başında geçirip heyecanlanma umutlanma hüsrana uğrama ya da sevinme vesilesi değil. İçinde olmadığımız için neredeyse gelip geçtiğini bile fark etmiyoruz.
Bu sefer öyle olmadı ama. Bu sefer İsrail’de yapılan Eurovision Şarkı Yarışması Finali, bir Madonna’nın sahne şovu ve şok edici bir gelişme olan “yaşlanması” ile bir de yarışmada İzlanda’yı temsil eden Hatari grubunun puanlar verilirken açtığı Filistin bayraklı atkılarla bütün hafta sonuna damgasını vurdu.
Madonna konusunda denecek fazla bir şey yok, yirmi yaşındaki kadar çevik değil diye evde oturup torunlarına patik örmesini beklemiyorsunuz herhalde. Madonna her daim Madonna, yeni albümü “Madame X”in turnesiyle dünyayı gezmeye hazırlanıyor ve dua edin hepimizin altmışları onunki gibi olsun. Yetti bu “Aman Allahım o da yaşlanmış, ortalarda dolaşmayaydı da görmez olaydık bu halini” temalı yaş faşizmi.
Bu arada Madonna’nın da sahneye el ele çıkan dansçılarının birinin kostümünün arkasında Filistin, diğerininkinde İsrail bayrağı yer aldığını belirtelim. Mesajını vermekten de geri durmadı yani.
İzlandalı Hatari grubunun tavrı ise daha belirgindi. Dolayısıyla aldıkları tepkiler de bununla doğru orantılı oldu. Kimse sahneye çıkıp Madonna’nın dansçılarını alaşağı etmeye kalkışmadı ama Hatari üyelerinin elindeki bayraklı atkılar yetkilileri alarma geçirdi. Fakat gayet barışçıl bir protesto eylemi yapılmış, mesaj verilmiş, bütün dünya da bunu görmüş oldu.
Sosyal medyada şu sıra “adamsınız, adam” tarzı Hatari’yi bağra basma faaliyetleri sürmekte. En çok da kendilerinin küpeli, dövmeli, zincirli, bol makyajlı imajlarına dikkat çekilerek yapılıyor övgüler. “Değişik görünümlü insanlar” diye başlayıp söze, cesaretle eş değer kabul edilen “erkeklik”le bağlıyoruz cümlemizi.
Hani “demek ki görüntüyle yürek aynı şey demek değilmiş”, buna aymaktayız hep birlikte. Müslüman bir ülkede konser verecek olsa en hafif tabirle “tepki toplayacağına” inandığımız müzisyenlerin “bu görüntüleriyle” ve birer “gayrimüslim”, birer “eloğlu” olarak Filistin’le dayanışmasına nerelerden tutup şaşıracağımızı bilemiyoruz. Bunu İslam sempatisine mi yormalıyız, ne yapmalıyız, içlerinde gizli birer Yusuf İslam mı var? Nedir yani bu “cesaretin” dayanağı? Bir bulsak rahatlayacağız.
Bir önerim var: İnsanlığı denesek nasıl olur acaba? Yani hayret ki ne hayret, dünyada ucu kendilerine hiç mi hiç dokunmayan konularda hassasiyet sahibi olan, ezilen insanların haklarını “senden mi benden mi” diye bakmaksızın savunan birileri var. Önemsemiyorlar hangi dinden, hangi ırktan, kimlere karşı, dünyanın hangi kendisinden uzak, ücra köşesinde yaşanıyor o haksızlık, yürekleri o insanlar için de atabiliyor. “Bana ne, ben Müslüman mıyım, Arap mıyım, beni ne ilgilendirir” demiyorlar.
Pek kıymetli “delikanlılık”, “adamlık” edebiyatımızı biraz bunun üzerine kurmayı deneyelim, fırsat bu fırsat. Bir haksızlığa ses çıkarmak için ucunun gelip kendine dayanmasını bekleyen kişi değildir, “delikanlı”. Ya da “adam”, nasıl derseniz deyin.
Bir dahaki sefere “değişik görünümlü”, “farklı dinden”, “falanca mezhepten”, “başka milletten” diye birine sırtınızı dönerken aklınızda olsun.