Benim kendimi bilmemle Zeki Metin ikilisini, daha doğrusu Devekuşu Kabare’yi bilmem aşağı yukarı aynı zamana denk gelir. Hiç yalnız olmadığımı biliyorum, hala muhtelif ortamlarda ortaya atılan tek bir cümle, yine onların oyunlarını kasetten dinleye dinleye ezberlemiş birinin karşılık vermesiyle mini bir Devekuşu Kabare skecine dönüşüverir. Bir bakarsın “Aşk Olsun”un ana kuzusu skecinden bir ‘bukle’ ortada dönüvermiş, bir bakarsın “Beyoğlu Beyoğlu”ndan özlem dolu bir bölüm. Tuhaf bir şekilde her dem taze. Ülke de zaten sağ olsun, hiç izin vermez eskiyip mazide kalmasına, kendini tekrarlar durur.
Buna karşılık, maalesef hikâyenin sonunu yakalamış bir kuşaktanım. 1965 yılında Zeki Alasya ile Metin Akpınar’ın ilk kez beraber sahneye çıktığı “Hababam Sınıfı”nı izlemiş 700 bin şanslı kişiden olmadığım gibi, Haldun Taner’in onlara çizdiği yolda ülkenin gelmiş geçmiş en başarılı kabare tiyatrolarından birine dönüşen Devekuşu Kabare’nin oyunlarını bile canlı izleyebilmiş değilim. Varsa yoksa VHS kasetler, hatta walkman’de dinleye dinleye koparttığımız ses kasetleri. Metin Akpınar da 1992’den beri sahneye çıkmamış, düşünün ki.
Bütün bu ülkenin tarihine kazınan altın sayfayı, öncesini ve de sonrasını oturup Metin Akpınar belgeselinden izledim bu hafta. İKSV İstanbul Film Festivali’ni erteledi malum ama Ulusal Yarışma yapıldı, can suyu niyetine. Ödül töreninde de Selçuk Metin’in “İyi ki Yapmışım” adlı belgeselinin dünya prömiyeri gerçekleştirildi, ekimde festivalde seyirciyle buluşmak üzere. Senaryosunu Zeynep Miraç’ın yazdığı, görüntü yönetmenliğini Uğur İçbak’ın üstlendiği belgeselde hikâyeyi Tilbe Saran’ın sesinden dinliyoruz. Tabii Metin Akpınar’ın tadına doyulmaz anlatımından ve sahnedeki, hayattaki yakınlarının anılarından.
Çemberlitaş Ulagay Kimyaevi’nde çalışan beyaz önlüklü adamla karşı balkondaki beyaz tenli kadının aşkından 2 Kasım 1941’de dünyaya gelen Metin Akpınar’ın büyüdüğü mahalleyi, hafızasına kaydettiği sesleri, görüntüleri, kişileri, taklidini yaptığı bileyiciyi, kalaycıyı, tiyatroda Pembe Kadın rolüne çıkacak Zeki Alasya’nın kaşlarını ibrişimle alışıyla başlayan yıllar sürecek ortaklığı gözlerim yaşararak izledim.
Adını başını kuma gömüp gerçeklerden kaçabileceğini sanan devekuşundan alan kabare tiyatrosu Onay Kulüp’te başladığı yolculuğunda nasıl spor salonlarına sığmayacak noktaya gelmişti, Haldun Taner’in sıradan bir memurken kültür müsteşarı olan Vatan Kurtaran Şaban’larını, kendisini ayda bulan Aksaraylı dolmuşçu Astronot Niyazi’lerini seyirci nasıl kucaklamıştı, o sahnelerden Perran Kutman’dan Nevra Serezli’ye, Selma Sonat’tan Ahmet Gülhan’a, Cihat Tamer’den Demet Akbağ’a kimler gelip kimler geçmişti, Taner nasıl genç oyun yazarlarına alan açıp kabareyi Kandemir Konduk’ın, Ferhan Şensoy’un kalemiyle buluşturmuştu... Ne hikayeler ne anılar… Şarkılı danslı diye tiyatroya pavyon ruhsatı, oyunculara da mor konsomatris kağıtları çıkarılmasını mı istersiniz, kıdemli tiyatrocuların “Tiyatronun kutsiyetini zedeliyorlar” serzenişlerini mi, doğaçlamalarla gece 2’ye kadar uzayan oyunları mı. 12 Eylül ertesinde sansürlenip kesilen yerlerde patlıcan kebabı tarifi verse de “Yasaklar”ı oynayan, Turgut Özal’ın ayda bir “Nasıl gidiyoruz?” diye sormak için arayıp seyircinin kendi iktidarıyla ilgili skeçlere tepkisinden pay çıkardığı bir tiyatrodan söz ediyoruz.
Birlikte çalıştığı her oyuncunun ustası kabul ettiği Metin Akpınar, belgeselde zaman zaman kendi hatalarını da kabul ederek, Haldun Taner’le yollarını ayırmalarını örneğin “Zeki Metin’in hafif şımarıklığı” diye niteleyerek ama eninde sonunda hep “İyi ki yapmışım” diyerek anlatıyor seksen yıllık serüvenini. Sabah poğaça simide bağlanan uzun sofraları da var, doktorlara şapka çıkartan tıp bilgisi de ona “Sen halkın malısın” diye özgürlük tanıyan eşi Göksel Hanım da, müthiş keyifli, dört başı mamur bir sanatçı portresi ve bir efsane tiyatronun hikayesi, tadını damağınızda bırakarak bitiyor iki saatin sonunda. Çok şey anlatıyor bize dair. İyi ki yapmış gerçekten, iyi ki yapmışlar.