"İşçiler çağrılmıştı / Ama gelenler insandı". Koskocaman bir mesele iki cümleyle herhalde ancak bu kadar güçlü anlatılabilir. Cem Karaca’nın ‘80’li yıllarda “Die Kanaken” (Almanların o dönem başta Türkler olmak üzere bütün “hoşlanılmayan” yabancıları tanımlamak için kullandığı sözcük) adıyla bir LP çıkardığını bilmekle beraber bu sözlerle başlayan “Es Kamen Menchen An”ı ilk kez bir sinema salonunda gümbür gümbür dinlemiş oldum. Sırf bu deneyim ve Cem Karaca’nın hayatında ilk kez gördüğüm nefis görüntüleri bile "Aşk, Mark ve Ölüm”ü çok değerli kıldı gözümde ama daha önce “Arabeks” (2010 - yazım yanlışı yok, “Arabeks”) ve "Motor, Kopya Kültürü ve Türk Sineması” (2014) filmlerine imza atan yönetmen Cem Kaya’nın Berlin Film Festivali’nin Panorama seçkisinden seyirci ödülüyle ayrılan filminde çok daha fazlası mevcut.
"Aşk, Mark ve Ölüm", 1961’de imzalanan iş gücü anlaşmasından itibaren Türkiye’den Almanya’ya giden Türklerin orada zamanla yarattıkları müzik kültürünü anlatan bir belgesel. O dönem gelişmekte olan Almanya için güçlü kuvvetli yabancı işçilere ihtiyaç var ve bu yüzden “gasterbeiter” (misafir işçi, yani fazla yerleşmeyecek, kendisiyle işimiz bitince gidecek kişi)lere kucak açılıyor. Gelgelelim şarkıda belirtildiği gibi gelenler aynı zamanda “insan” ve onların da hayalleri, özlemleri, gelecek için umutları falan var. Bunları şarkılara, türkülere döküyorlar. “Aşk, Mark ve Ölüm” bunu Aras Ören'in şiirinden esinlenen adındaki üç başlıkla anlatıyor. “Aşk” “gastebeiter”lerin sevgili, aile, memleket hasretlerini, “Mark” 80’lerde ailelerin de gelmesiyle başlayan kalabalık düğün, nişan, sünnet eğlencelerinin oluşturduğu gazino kültürü ve oralarda dönen paraları, “Ölüm” ise ‘90’lara geldiğimizde Solingen’de başlayan ırkçı saldırıların hedefi olan Türklerin öfkesini ve bundan doğan rap ve hip hop kültürünü odağına alıyor. Muazzam arşiv görüntülerinden oluşan sürprizlerle dolu, eğlenceli bir kurgu ve güncel röportajlarla.
Film, şahane figürlerle tanıştırıyor seyirciyi. Açılışı ve (son jeneriği bitirebilen sabırlı izleyiciler için) kapanışı yapan muhteşem bağlamacı İsmet Topçu mesela (ki kendisini filmin gösterildiği akşam İKSV Salon’da düzenlenen partide canlı canlı izleme fırsatımız da oldu). Ya da 1964’te Ford fabrikasına çalışmaya gelip ne sarı sarı kızlar ne de yatacak yatak bulduğu ülkedeki hayal kırıklığını “Alamanya Destanı”nda bağlamasıyla dile getiren Kayserili Âşık Metin Türköz. Ya da plakları satış rekorları kıran “Köln Bülbülü" Yüksel Özkasap ya da "Avrupa'nın Divası" Cavidan Ünal (o da İKSV Salon sahnesindeydi). Zaten Almanya’nın Orhan Gencebay’ı, Ferdi Tayfur’u, Zeki Müren’i hiç eksik olmamış o yıllarda. “Almanya’nın Sanat Güneşi” Hatay Engin de filmin en esprili kişilerinden biri mesela.
İletişim tasarımı okuyan ve arşiv görüntüleriyle çalışmayı daha çok seven Cem Kaya, bu film için de düğün kameramanlarının arşivlerinden farklı televizyon kanallarına kadar uzanan inanılmaz bir tarama yapmış ve nadir bulunan fotoğraflara, kayıtlara ulaşmış. Berlin’de işlemeyen Bülowstrasse metro istasyonundaki “Türkische Bazar” mesela, bir dönem o renkli gece hayatının da merkeziymiş. Burada Neşet Ertaş’ın da dükkânı varmış ve bir Alman televizyonu kimdir bilmeden onu dükkânda saz çalarken çekmiş. “Aşk, Mark ve Ölüm”de Türkische Bazar’ın hayaletini dolaşırken girdiğimiz kapının arkasında karşımıza çıkıveren Neşet Ertaş görüntüleri bunlar ve ilk kez yayınlanıyorlar.
Son bölümde Kâbus Kerim’lerin, Erci E.’lerin, Killa Hakan’ların başını çektiği baş kaldıran rap kültürüyle bağlanıyor film ve 41. İstanbul Film Festivali’nin de izleyende en fazla heyecan yaratan filmlerinden biri oluyor. Yakın zamanda sinemalarda seyirciyle buluşmasını dileyelim, bu 60 yıllık müzikli göç öyküsünün kulak verene anlatacak çok şeyi var.