Bir kare; Bolu’dan. Sokakta bir takım adamlar, ellerinde akıllı telefonları, hep birlikte kafalarını yukarı kaldırmış, fotoğraf çekiyorlar. Nasıl çocuklar gibi şenler. İstisnasız hepsinin yüzünde kocaman bir gülümseme, belli ki çok mutlu ve heyecanlı bir olaya şahitlik ediyorlar.
Artık havai fişek mi atılıyor, uçan daire mi iniyor, nedir gökyüzünde bu sevinçli telaşa yol açan merak ediyor insan.
Haberi okuyunca anlıyoruz ki, hayatından bezmiş bir vatandaş, bir binanın altıncı katına çıkmış, kendisini aşağıya bırakmaya hazırlanıyor. Altta biriken seyircilerin ağızları kulaklarına vararak ölümsüzleştirmeye çalıştıkları an, bu. Hiç tanımadıkları bir insanın trajedisi.
Muhtemelen arada kamerayı kendilerine çevirip paha biçilmez ‘selfie’lere de imza atıyorlardır. Instagram’da kaç ‘like’ demek bu.
Fakat zaman geçiyor, beklenti var, icraat yok, sıkılıyorlar. “Atla, atla” tezahüratları başlıyor. Basbayağı adamı ölmeye teşvik ediyorlar. Artık atlasın da şov tepe noktasına varsın, rating düşmeye başlayacak yoksa. Beklediğimize değsin.
“Biz nasıl bu hale geldik?” naif sorularıyla anlaşılacak bir durum değil bu. Üstelik öyle tek seferlik bir olay da değil. Daha iki ay önce Tarlabaşı’nda toplanan sabırsız seyirci takımı da bir başka intihara alkış tutuyordu.
Mart ayında Boğaz köprüsüne çıkan adama “Atlayacaksan atla kardeşim, kaç saattir trafikteyiz senin yüzünden” diyen iki kadın ise mahkemeye çıkarıldı. Adam atladı bu arada, eğer bir önemi varsa. Trafik de açılmıştır kesin.
Oraya çıkan insan kim, ne derdi var, neden canından vazgeçecek noktaya geldi, izleyicilerin umurunda değil. Birinin işsizlikten, parasızlıktan imanı gevremiş, öbürü ölümcül bir hastalıkla pençeleşiyormuş. Diyelim inandırıcı bulmuyorsun, şov diye düşünüyorsun, öyle de olabilir gerçekten ama oraya çıkıp atlayacağım diyen insana hiçbir şey hissetmesen, acırsın. Yardım etmeye çalışma peki de, yürü git bari, “Atla” diye bağırmak neyin nesi?
Son zamanlarda çok sözünü etiğimiz meşhur ‘kutuplaşma’ ile de açıklanamaz bu hal, ne belli adam necidir, kimlerdendir, dünya görüşü nedir, belki tam da senin kafadan biri, neden ölmesini istiyorsun?
Yok, bu genel bir hissizleşmenin sonucu. Ekranlarda, sosyal medyada görmediğimiz şiddet, vahşet, kavga, kıyamet kalmadı. Kanıksadık.
Gerçek hayat gibi gelmiyor, film gibi geliyor savaşlar, ölümler.
Hiçbir anı yaşamıyor, sadece görüntüleyip ‘paylaşıyoruz’.
Paylaşmak eskiden daha anlamlı bir sözcüktü, “acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça büyür”dü.
Şimdi hayatını sonlandırmak isteyecek kadar umutsuz bir insanın bile acısını paylaşamıyoruz, o acının videosunu paylaşıyoruz. Ölüp ölmemesi önemli değil hatta ölse daha iyi, o zaman anlamı var o ‘intihar selfie’sinin.
Habire ‘vurduk’ denilen dip buralarda bir yerlerde mi?
Parayla kibarlık
Diken’de bir haber vardı geçen hafta; “Dünyayı güzellik kurtaracak” başlıklı.
Ben de köşe yazmaya başlarken hayal ettiğim gibi her gün değilse de arada sırada “günün güzel haberi”ni seçip umutlu bir şeyler söylemeye çalışıyorum, dikkatimi çekti: İspanya’da bir kafe, siparişlerini kaba bir dille veren müşterilerinden fazla para alıyormuş. Duvara da yazmış; “Bir kahve” dersen 5 Euro, “Bir kahve lütfen” dersen 3 Euro, “İyi günler, bir kahve lütfen” dersen 5 Euro ödüyormuşsun.
Gümüşlük’teki köy kahvesinde epeydir var benzeri bir tabela. En pahalısı “Çay ver”; 2 TL “Çay verir misin?” 1, “Korhan Bey, müsaitseniz çay alabilir miyim?” 0.85 şeklinde devam ediyor. Sordum, tarifeyi uygulamıyor, önlerine para atmaya kalkan müşterilere kibarlığı hatırlatmak için kullanıyorlarmış. Eminim bir sürü insan için caydırıcı oluyordur, ya ceplerinden fazla para çıkarsa?
İspanya’daki uygulama da sonuç vermiş, tahmin edileceği gibi, millet kibarlıktan kırılıyormuş.
Ama dünyayı kurtaracak güzellik parayla satın alınan kibarlıkta mı, bunun neresi insanlık adına umut verici, onu bulamadım.