Bir İstanbul Film Festivali’ni daha geride bıraktık. Özlediğimiz salonlara dönüşlerle, eski dostlarla buluşmalar ve yeni keşiflerle, “Şunu illa yakalayın”, “Aman bundan uzak durun”larla 12 gün geçirdik, tabii ki kendimizce sıralamalar, ödül tahminleri yaptık ve CRR’deki törenle tahminlerimizi test ederek finale erdik.
Bir festivalde ulusal yarışma varsa, dikkatler ister istemez onun üzerinde toplanıyor. Burada da bir “Vortex” ile Uluslararası Yarışma’nın Altın Lale En İyi Film Ödülü’nü alan Gaspar Noe’nin filminin Kadıköy’deki gösterimine son dakika sürpriziyle katılıvermesi, bir de Türkiye sinemasının yeni filmleri konuşuldu doğal olarak. Görünüşe göre sinemamız pandemiye ve film yapma koşullarının giderek zorlaşmasına rağmen verimli sayılabilecek bir dönem geçirmişti ve bunu da “küçülerek” başarmıştı. Yarışmadan izlediğim filmlerin neredeyse tamamı büyük ölçüde tek mekânda (hatta bir kısmı birkaç saat içinde) geçiyordu. “Bana Karanlığını Anlat”ta (Gizem Kızıl) mekân gasilhanenin içi ve önü iken, “Çilingir Sofrası”nda (Ali Kemal Güven) meyhane ve kapısı, “Mukavemet” (Soner Caner), “Zuhal” (Nazlı Elif Durlu) ve “Ela ile Hilmi ve Ali”de (Ziya Demirel) apartman içiydi. Tahminen pandemi koşulları ile ekonomik koşullar el ele verip bu sonucu yaratmıştı. Daha ferah günler göreceğimiz umudunu saklı tutarak tüm zorluklara rağmen karşımıza çıkan ilginç hikâyelere memnun olmak en iyisi.
Ödüllere gelince, jürinin sürpriz yaparak En İyi Film Ödülü’nü takdim ettiği (Sviatoslav Bulakovskyi de Görüntü Yönetmeni Ödülü’nü aldı) Ukrayna- Rusya sınırında geçen “Klondike” (Maryna Er Gorbach), En İyi Yönetmen (Tayfun Pirselimoğlu) ve En İyi Sanat Yönetmeni (Natali Yeres) ödüllerini alan “Kerr” ile En İyi Özgün Müzik Ödülü’nü alan “Bana Karanlığını Anlat” (Taner Yücel) dışında iki kardeş film damgasını vurdu geceye: “Zuhal” ve “Ela ile Hilmi ve Ali”. İkisinin de senaryosunu Nazlı Elif Durlu ile Ziya Demirel beraber yazmıştı, nitekim En İyi Senaryo Ödülü’nü de iki filmle birden aldılar. “Zuhal” Seyfi Teoman En İyi İlk Film, “Ela ile Hilmi ve Ali” FIPRESCİ Ödülü’nü aldı. Kurgu masasında bir ortak isim vardı; Selda Taşkın. Buğra Dedeoğlu ile beraber “Zuhal” ile ödülü kucakladılar. En İyi Kadın Oyuncu Ödülü çok hak eden genç oyuncu Ece Yüksel’in olurken “Eda ile Hilmi ve Ali”nin Ali’si Denizhan Akbaba da Mansiyon kazandı. Tam bir “kardeş payı”.
‘Yalnız değilsiniz, yanlış değilsiniz’
Bir de Onat Kutlar anısına verilen Jüri Özel Ödülü vardı ki onu da 60 dakikalık küçücük hikâyesiyle kalbimizde çiçekler açtıran “Çilingir Sofrası” ile Ali Kemal Güven aldı. Bir gecede geçen, on beşer dakikalık dört parçada anlatılan “kırık bir aşk hikâyesi” idi bu. Artık görüşmeyen iki eski okul arkadaşına, yıllar sonra bir sofrada karşılıklı oturup aralarında olanları ve olamayanları ortaya döken Emir Can ile Yusuf Efe’ye müthiş bir incelikle hayat veren Barış Gönenen ile Ahmet Rıfat Şungar ise En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü paylaştılar. İzlediğim andan beri tahmin ettiğim (ya da gönlümden geçirdiğim) sonucun jürininkiyle uyuşmasının benim için ödül gecesinin en güzel anı olduğunu söylemem lazım. Şungar Reha Erdem’in setinde olduğu için Barış Gönenen tek başına çıkıp gecenin en anlamlı konuşmasını yaptı. Gece boyu kafamda dönen “Bizim sinemacılarımız neden ödül konuşması yapamıyor?” sorusuna karşı ilaç gibi gelen cümleleriyle bitireyim sözü: “Bu nefret iklimi içerisinde kendini yalnız hisseden herkese hediye ediyorum ödülü. Yalnız değilsiniz arkadaşlar, yanlış değilsiniz, buradayız, bu hikâyeleri anlatmaya devam edeceğiz. Jüriye teşekkür etmek istiyorum çünkü birileri bir gün böyle hikâyeler anlatmak için cesaret aradığında ‘Bunu birileri yaptı ve birileri gördü’ diyecekler.”