İçimi cız ettiren veda ilanlarından biri daha: Taksim’in yeni çehresinde hayli ayrıksı duran ama benim için hala lise yıllarıma dayanan bir alışkanlık olan Gezi Pastanesi. Patisserie Gezi olarak 1987’de kapılarını açmış, bu hafta da Gezi İstanbul adıyla devam eden serüvenine son noktayı koydu. Bunu da cephesine astığı siyah bir perdeyle duyurdu: “1987-2023”. Bu kadar. Ölüm ilanı gibi. O aradaki çizgide bir zamandır olmayan terasında edilen sabah kahvaltıları, akşamüstü kahveleri, AKM konserleri, opera, oyun çıkışı buluşmaları, nice röportajlar, nice sohbetler var.
Sosyal medyalarından bir açıklamayla duyurdular vedanın sebeplerini. Kuruluş amaçlarını “Opera Cafe’si olmak” olarak niteliyorlardı, “Entelektüellerin buluşma, söyleşme mekânıydı”, önünde ve yanında bulunan bahçesinden “kültürün, müziğin, sanatın terası” olarak “nice müzisyenler, balerinler, baletler, yazarlar, çizerler” geçmişti. 2001 yılında bayrağı devraldıktan sonra pasta ve çikolata yanında bakery ve restoran olarak da hizmet vermeye başlamışlardı: “İstedik ki hem sanatçılar hem seyirciler günün her saati bu mekânda buluşsun. Çağdaş dünyaya olumlu katkıda bulunmalarına mekânsal faydamız olsun”.
Sonrası malum, 2009 “sırtlarını dayadıkları”nı söyledikleri AKM’nin kapanışı, 2013 olayları, 2020 AKM inşaatı. Kendilerinden istenen iyileştirmeleri harfiyen yaptıklarını, terastan masaların kaldırılması istendiğinde aldıkları yarayı anlatıyorlar açıklamada ve şöyle devam ediyorlar: “Ne oluyor derken teras alanımıza betonlar dökülmeye başladı. Bunun bir ‘sanat eseri’ adı altında, üstelik yarışma düzenlenerek yapılmakta olduğunu fark ettik. AKM’nin projesi sırasında yapılması unutulmuş ve 35 yıldır kullandığımız kültür terasımıza sıkıştırılmış bu ‘yarı mamul’ ün bir ‘heykel’ olduğunu öğrendik”. (Söz konusu ‘beton’, iç mimar ve tasarımcı Semih Eskicioğlu’nun Hüsamettin Koçan’ın jüri başkanlığını yaptığı Celaleddin Çelik, Günseli Kato, Murat Tabanlıoğlu, Osman Dinç, Seçkin Pirim ve Şakir Gökçebağ’dan oluşan jüri tarafından 80 eser arasından seçilen heykeli.)
Gezi İstanbul’un sahibi mimar Hakan Kıran, (İptal edilen Kabataş Martı projesinin ve Haliç Metro Köprüsü’nün de mimarı olarak tanıyoruz) açıklamada bir de “Yaşadığımız hiçbir zorlukta yanımızda olmayan ve onlar için var olduğumuzu zannettiğimiz kitlemizin bizi bizimle baş başa bıraktığını görünce ayrılma zamanımızın geldiğiniz anladık,” diyor. Bana da bu, o yazarlardan, çizerlerden, sanat icra eden ve izleyen insanlardan, belki öğrencilerden oluşan ‘kitlenin’ nasıl bir hayat sürdüğü düşünülmeden kurulmuş, biraz haksızlık içeren bir cümle gibi geliyor. Hele hele pandemiden, onca kapanan salondan, dağılan topluluktan, iptal edilen konserden, işini yapamayan insandan sonra, Gezi İstanbul’un kapanmasının faturasının son kesileceği yer o kitle olsa gerek.
Doğup büyüdüğüm şehrin bütün hayatımın geçtiği semtinin belki de kalan son- tarihi pastanesinin anılarımızla beraber yok olmasından duyduğum büyük üzüntünün yanında bunu da belirtmezsem olmaz.