Daha bir hafta önce, çocuk istismarlarında ailenin rolüyle ilgili konuşmuştuk değil mi? Cezalar caydırıcı olabilir miydi, yoksa mesele ailede mi bitiyordu? Konu “çocuğa sahip çıkarak”, onu göz önünden ayırmayarak, kapı önüne bile çıkartmayarak çözülür müydü?
Bu sık sık karşımıza çıkan ve yaşanan örneklerle de kendisini çürüten bir argüman. Geçen hafta mesela, iki sene önce çocuk taciziyle suçlanıp serbest bırakılan bir adamın bunu tekrar edip yakalanmasıydı örnek. O süreçte ilk taciz ettiği çocuk kalp krizi geçirip ölmüş, bilinen iki çocuk daha kurbanları arasına katılmıştı. Kim bilir aralarda fark edilmeyen, dile getirilmeyen neler yaşandı.
Çünkü çok iyi bildiğimiz gibi, her çocuk başına geleni anlatma gücünü ve cesaretini bulamıyor. Daha kötüsü, anlattığında karşısında ona kayıtsız şartsız inanan bir anne baba bulamayabiliyor. Tabii en fenası da zaten tacizci ailenin içinden biri olabiliyor. Yine aslında biliyoruz ki bu olasılık hayli yüksek ve maalesef “Bizde ensest olmaz efendim, iftira atmayın milletimize” yaklaşımıyla çözülmek şöyle dursun, daha da kangren haline geliyor mesele.
Düşünün ki çocuklarımızı çaresiz bırakıp, “Öleyim de hepiniz kurtulun” diyecek hale getiriyoruz. Bu kan dondurucu cümleyi en son 12 yaşındayken Kuran kursunda aile dostları olan imamın tacizine uğrayan çocuktan duymuştuk. Bir türlü yerini bulmayan adalete isyan ediyordu. Şimdi de Adana’da 15 yaşındaki M.C. söylüyor aynısını.
M.C. tacize uğramış bir çocuk. Ve tacizcisi öz dayısı ile onun bir arkadaşı. Üstelik, yaşadıkları karşısında susmayıp kendisini hem ailesine hem okuldaki öğretmenlerine hem de şikâyet dilekçesi verdiği polise ifade etmeyi denemiş. Sonuç alamayınca da Taşköprü’nün üzerine çıkıp intihar etmeye karar vermiş. “Annem bana değil kardeşine inanıyor. Bütün mahalle istismara uğradığımı biliyor ve benimle dalga geçiyor. Ben ölürsem herkes kurtulur zaten” ağzından son çıkan cümleler bunlar.
Neyse ki kendisini nehre atan M.C. kayıkçılar tarafından kurtarıldı, güvenip açıldığı ama yeterli yardım göremediği öğretmeni olay yerine geldi, polis konuyla ilgili soruşturma başlattı. Ama ne kadar geç değil mi? Çocuklarımızı ölümden başka çare düşünemeyecek hale getirmeden onlara kulak vermemiz gerekiyor.
Özetle, aileye düşen bir sorumluluk elbette var ama bu çocuğu dizinin dibinden ayırtmamak değil, onun sözüne güvenmek. Ailenin adını kirletmeyeceğiz diye olan bitene göz kulak tıkamamak. Bizim “el âlem ne der”lerimizin, “duyulursa rezil oluruz”larımızın, çifte standartlı ahlak anlayışımızın bedelini çocuklar ödüyor. Hakkımız yok buna.