"Bizim evde içişlerinden bizim hanım sorumludur”. Hatta daha öteye taşıyalım: “Bizim evin içişleri bakanı bizim hanımdır”. Ne şahane bir paye değil mi? Kocanızın gözünde “patron” sizsiniz. Bakan mertebesindesiniz, ötesi var mı? Sizin sözünüz geçiyor, kararları siz veriyorsunuz, o uyuyor. Nerede? Evin içinde. Sınırları belirli dört duvar arasında. Yani aslında bütün bu mühim “titr”leri kaldırıp özetlersek, bulaşıktan, çamaşırdan, evin temizliğinden siz sorumlusunuz, akşama ne yemek pişeceği gibi hayati kararları siz veriyorsunuz, çocuğun ev ödevlerini yapıp yapmadığının kontrolü bile sizde. Buyurun size dört başı mamur içişleri bakanlığı makamı.
Hiç duymadığım bir ifade elbette değildi ama hafta başında Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) tarafından Türkiye ofisinin ilk iyi niyet elçisi ilan edilen Demet Evgar “Çok gülünç ve romantik ifadeler bunlar” diye tatlı tatlı anlatırken çok daha net oluştu tablo kafamda. Öyle oluyor, o kadar içinize işliyor ki çocukluktan beri duyduğunuz kalıplar, garipsemez oluyorsunuz, düşünmüyorsunuz üstüne. Yani evet, “Dil değişirse dünya değişir” boş laf değil. Siz bir kadına iltifat edeceğim diye ona “Kadınlar çiçektir, kelebektir” falan dediğinizde, onu “başımızın tacı” gibi bir konuma yerleştirdiğinizde aynı anda eşitsizliğin kapısını açmış oluyorsunuz. Ya da işte kadını evin içişleri bakanı ilan ettiğinizde onun kendini gerçekleştirebileceği pek çok başka alanın kapısını kapatmış oluyorsunuz. Halbuki yine Demet Evgar’ın cümlelerinin devamında altını çizdiği gibi “Belki ona gerçek bir fırsat verilse
gerçekten içişleri bakanı olacak”.
8 Mart haftasının ilk gününde UN Women ile iki yıl sürecek iş birliklerini açıklayan Demet Evgar aynı anda “Ben Kadınım” kampanyasını da başlattıklarını duyurdu. “#BenKadınım” etiketiyle ilk yaptığı paylaşımda “Ben kadınım, eşitlik benim hakkım. Ben kadınım, öldürülmek istemiyorum. Ben kadınım, gücümün farkındayım. Değişiyorum ve dönüştürüyorum” diyordu. Bütün kadınları da bu etiket altında kendi hikâyelerini paylaşmaya çağırıyordu. Amaç, toplumun kadına biçtiği konumlara dair farkındalık yaratmak, kadınların potansiyellerinin farkına varmaları, şiddet ve ayrımcılığa karşı birlik olmaları. Neticede “Kadın kadının yurdudur” da boş laf değil, “Dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa” da.
***
‘Yargı’dan cinsiyet eşitliği dersi
Hazır dilden ve farkındalıktan söz etmişken, Kanal D’de yayınlanan “Yargı” dizisinde bu hafta şahane bir cinsiyet ayrımcılığı nedir ne değildir dersi vardı. Son bölümlerde diziye Şükran Ovalı’nın oynadığı dişli bir Savcı Derya karakteri girdi ve Pars Savcı (Mehmet Yılmaz Ak) onun çevresinde “koruyup kollama amaçlı” dört dönmekte. Son bölümde mafya bozuntusu bir ailenin Derya Savcı’nın başına bela olacağı, onun da “kadın başına” bunlarla başa çıkamayacağı gibi “iyi niyetlerle” gitti başsavcıdan dosyayı ondan alıp kendisine vermesini istedi. İki erkek kafa kafaya verip bunun en hayırlısı olduğuna karar verdiler. Herhalde dizinin en keyifli sahnesi de Derya Savcı’nın bunu öğrendiği an oldu. Gitti önce başsavcıya hesap sordu ve kurduğu “Çirkinleşebilirler, canınız sıkılmasın, zarar görmeyin istedim kadın başınıza” cümlesindeki çirkinliği yüzüne vurdu. Ardından da Pars’ın odasına girip “O içinizdeki cinsiyetçi bireyle bir yüzleşin. Sırf kadın olduğum için onlarla başa çıkamayacağım fikrine kapılıp beni koruma hakkını size kim verdi?” diye kükredi. Neticede olay Pars’ın düşünüp yaptığının ne anlama geldiğini fark ederek özür dilemesiyle sonuçlandı. Toplumsal cinsiyet eşitliği 101 bin tane 8 Mart kutlamasından daha anlamlı.