Gide gele ben de emin oldum ki Adana sahiden özel bir şehir. Bu kadar yazarı çizeri boşuna çıkartmamış. Belki de ben hep festival zamanı gittiğim için bu kadar etkileniyorum, o sinemaları dolduran seyirciden, canla başla koşturan Çukurova Üniversiteli gençlerden. Bir şehir festivaline bu kadar güzel sahip çıkabilir.
Bu yıl 26.’sı yapılan Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde her zamankinden de büyük bir coşku vardı, adından kaldırılmış olan ‘Altın Koza’ markasına yeniden kavuşmuş olmanın sevinci. Kapanış töreninde Belediye Başkanı Zeydan Karalar “Benim için Cannes’dan sonra dünyadaki en önemli sinema festivali” dedi Altın Koza için. İsterseniz gülün ama bir belediye başkanının bir festivale böyle dört elle sarılması çok güzel değil mi?
Ödül gecesinden notlarla devam edersek, kimsenin pek konuşma hazırlamadığı, ailelere ve jüriye teşekkür edip indiği, hızlı akan bir törendi. Festivalin yaşam boyu onur ödüllerinden birini alan (Diğeri Zülfü Livaneli’ydi) Zuhal Olcay’ın “İnsan hangi işi yaparsa yapsın, eğer kendi karanlık tarafına yeniliyorsa, başkalarının onurunu ve kendi onurunu çiğniyorsa, burada bir başarıdan söz etmek mümkün değildir. Çünkü onur, insan hayatından uzundur” cümleleri geceye damga vuran sözlerdendi. “Görülmüştür” ile yardımcı rolde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Füsun Demirel’in ilettiği “Biz buradayız. Susmuyoruz. Özgür düşüncemizle sanat üretmeye devam edeceğiz” mesajı gibi.
Madem kadınların mesajlarından söz ediyoruz, can alıcı meselelerden birine değinmenin yeridir. Çok sevindirici şekilde, Altın Koza da Altın Portakal da 2020’ye kadar sinema sektöründe cinsiyet eşitliğini sağlamayı amaçlayan 5050x2020 hareketini desteklediğini ilan etti. Gelgelelim, izlediğimiz kadın karakterlerle bunun filmlere nasıl yansıyacağı gerçekten merak konusu. Nitekim kadın oyuncu ödüllerini verirken zorlanan bir jüri vardı karşımızda. Jüri Başkanı Serra Yılmaz sahneye çıktı ve “Bir serzenişim olacak” dedi, “Filmlerde kesinlikle derinlikli kadın karakterler yok. Eşitlik diyoruz, eşitlik karakterlere de yansımalı arkadaşlar. Sarılın kalemlere, kadın karakterler de yaratın”.
Benim buna ilaveten bir ricam daha olacak: Yaratırken, kadınların doğurup doğurmayacağı, doğurursa çocuğa nasıl bakacağı, kaç ay emzireceği gibi konulardan da kaleminizi-kameranızı çekebilirsiniz birazcık belki. En hâkim olduğunuz konu olmayabilir. Bu yıl ulusal uzun metraj yarışmasında erkekler tarafından yazılmış - çekilmiş dört filmde kadın karakterlerin meselesi buydu. “Küçük Şeyler” (Kıvanç Sezer) ve “Kronoloji”de (Ali Aydın) kısır mı değil mi bilinemeyen, “Nuh Tepesi”nde (Cenk Ertürk) karnı burnunda olduğu halde kocasından ayrılan, Semih Kaplanoğlu’nun “Bağlılık / Aslı”sında ise doğumdan altı ay sonra işine dönmek isteyerek “doğasına ihanet eden, dolayısıyla gergin ve mutsuz” bir kadın vardı.
Kadın deyince aklınıza kadın doğum servisinden başka bir şey gelmiyor olamaz değil mi?
Neler konuşuldu?
En çok anlatılan anekdotlardan biri, “Aidiyet”in (Burak Çevik) soru cevap kısmında Levent Özdilek’in yapımcı Selman Nacar’ın sözünü “Filminiz anlattı anlatacağını, bırakın da biz konuşalım” diyerek kesmesi oldu. “Bir filmin Türkiye’de seyirciyle buluştuğu ilk günün heyecanına böyle yaklaşmak bir meslek büyüğüne pek yakışmadı” şeklinde dilden dile dolandı festival boyunca.
Bir diğeri, Kıvanç Sezer’e “eski oyunculara filmlerinizde yer vermiyorsunuz, bu vefasızlık beni üzüyor” diye çıkışan beyefendiydi. Kıvanç Sezer “Oyuncunun eskisi yenisi olmaz bence” diye şahane bir şekilde cevapladı ama sıradaki filmi için takipteyiz.
Galaların yapıldığı Cinemaximum’daki projeksiyon sorunlu. Bütün filmleri olduğundan karanlık izledik, zaten pek aydınlık olmayan “Uzun Zaman Önce” (Cihan Sağlam) ve “Nuh Tepesi”nden sonra yönetmenleri “Filmin renkleri bu değil” diye özür dilemek zorunda kaldılar. Yazık sahiden.
Neler yendi?
“Yediğin içtiğin senin olsun” Adana için geçerli bir temenni değil. Altın Koza’da bütün çaba film gösterimleri ile yeme içmeyi bir takvime sığdırmak üzerineydi.
“Küçük Şeyler” ile çok hak ettiği en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Alican Yücesoy’u bu konudaki organizasyon yeteneğiyle de anmak isterim. Adana’ya gidecekler için de bir hizmet sunmak:
Bu sene bir muzlu süt salgını vardı. Kalabalıklar halinde Kazım Büfe’ye iki kere kaynatılıp suyu uçurularak dondurulmuş sütle yapılan muzlu süt içmeye gidildi.
Kebabın - etin adresi Büyük Saat’in altındaki Ciğerci Mehmet oldu. Adı sanı daha çok bilinenlere, hele hele zincir kebapçılara gitmeye kalkanlara çaylak turist muamelesi yapıldı.
Gece yarıları toplanıp toplanıp saat 18.00’den sabaha kadar açık olan gece börekçisi Rıza’ya gidildi, mide fesadına davetiye çıkarıldı.
Sabaha karşı 2’de tezgâhı açıp bir saat içinde iki üç kazanı tüketerek kapatıp giden Şırdancı Naci gecelerin diğer adresiydi.