Laf eğilip bükülerek, mümkün mertebe özür değilmiş gibi kıvırarak da olsa Hasan Ali Toptaş tarafından dilenmiş bir özrün bir önemi vardı bence. Yetişkin bir adam olarak hareketlerinin ne anlama geldiğinin farkında olmaması mümkün değilse de bir ihtimal karşı tarafa ne kadar uzun ömürlü bir zarar verdiğini tahmin etmemişti, sonradan aklı başına gelmişti, geç de olsa pişmanlık duymuştu denilebilirdi. Bu da bir şeydi.
Biz kollarında şiddet uyguladığı kadının kendisini kurtarmak için geçirdiği tırnak izleriyle darp raporu alan erkeklere alışmıştık. Bu bir hayli yetersiz de olsa bir sorumluluk alma denemesine benziyordu. Hayatlarının en unutmak istedikleri anılarının ‘eril faili’nin belli belirsiz özrünü kabul etmemek de yıllar sonra yaşadıklarını ifşa etme cesareti bulmuş kadınların en doğal hakkıydı elbette.
Ama bu burada bitmedi, Hasan Ali Toptaş Milliyet’ten Seyhan Akıncı’ya bir röportaj vererek o tuhaf özrünü de geri alma yolunu seçti. Meğer biz gene yanlış anlamışız. O bir yaptıklarının sorumluluğunu alma denemesi falan değilmiş. ”İfşa değil iddia” olarak gördüğü suçlamaları asla kabul etmiyormuş. Vicdanı çok rahatmış, kimseyi taciz etmemiş. İftiraya uğramış. Kimden ve neden özür dilemiş peki? Şöyle açıklıyor Toptaş durumu: “İstemeden de olsa birini kırmış olabileceğini düşünerek” öyle bir metin yayınlamış.
Düşünsenize şimdi siz evinizde oturuyorsunuz, birdenbire yıllar önce tanıdığınız birinin sizi kendisine cinsel saldırıda bulunmakla suçladığını görüyorsunuz. Ardından başkaları da çıkıyor sizin tarafından taciz edildiğini söyleyen. Külliyen yalan, aslı astarı yok. Ne yaparsınız? Birileri size korkunç iftiralar atıyor, itibarınızla oynuyor! Herhalde hissedeceğiniz ilk duygu öfkedir. Sonra da koşa koşa polise, savcıya şikâyet etmeye gidersiniz. Aklınıza “Acaba istemeden birilerini kırmış mıyımdır?” diye düşünüp her ihtimale karşı özür dilemek gelir mi? “Eril failliğin ne olduğunu bilemedik, şimdi kadınlardan öğreniyoruz” gibi çok anlaşılır olmasa da neye işaret ettiği belli olan bir cümle kurar mısınız? İşte Hasan Ali Toptaş büyüklük gösterip kurmuş ama yanlış anlaşılmış. Özür sanmıştık değilmiş, kabul sanmıştık o da değilmiş. “Deli miyim ben, nasıl yaparım böyle bir şeyi?” diye soruyor.
Bu durumda bu kadar kadın deli olmalı ki yıllar sonra yaralarını tekrar kanatacak bir şey yaptılar. Bir cesaret örneği gösterdiler ve konuştular. Anlıyorum ki size basit görünüyor. Aman canım, ne olmuş ki alt tarafı, diyorsunuz. “Ne şıksın, ne güzelsin” gibi bir lafın taciz olarak anlaşılmış olabileceğinden, “Durun sizin çayınızı ben getireyim” gibi bir kibarlığın kadını rahatsız etmiş olabileceğinden dem vuruyorsunuz. Kadınlara gerçekten deli muamelesi yapıyorsunuz ki zaten “kadının beyanı esastır” da “halüsinasyonlar gören birinin ya da zırdeli bir kadının her dediğine inanacak mıyız yani?” şeklinde karşılığını buluyor söyleşide.
Hayır, ona inanmayacağız, kendisinin durup dururken bilinmedik güçlerin organize kötülük eylemlerine kurban seçildiğini, çok sayıda kadının el ele verip onu linç etmeye karar verdiğini, ‘birilerinin’ onu yok edince rahatlayacağını söyleyen erkeğe inanacağız. Hayali düşmanlar, sebepsiz iftiralar, organize kötülükler. Daha akla yakın gerçekten. Erkeğin beyanı esastır.