Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Eğitim şart”, sanıyorum en dile kolay, uygulamaya zor tabirimiz. Tacizler, tecavüzler, kadına karşı şiddet olayları arttı mı; “Eğitim şart”. Ne dediğimizi bile tam bildiğimizden emin değilim. Hangi eğitimden söz ediyoruz? Evdeki? Toplumdaki? Maazallah okuldaki?
Kayseri’de 18 yaşında bir genç kız, Cansel, ‘kutsal’ eğitim yuvasında, onu ‘eğitmekle’ görevli öğretmeninin tecavüzüne uğradığı için kendini öldürdü. “Bir kişinin hatası genele mal edilemez” mi dediniz? Cansel birçok kişinin yapamadığını yapmış, başına geleni arkadaşlarıyla da öğretmenleriyle de konuşmuş. Yer yerinden oynamış mı? Hayır, sessiz sedasız bir ‘soruşturma’ yürütülür olmuş okulda. Aman okulun ‘itibarı’ zedelenmesin, kol kırılsın yen içinde kalsın.
Ne geliyorsa zaten başımıza o yenler içinde kalan kırık kollardan geliyor. Asıl tehlikenin ailede, okulda, burnumuzun dibinde olduğunu saklayalım da kimseler bilmesin.
Cansel’in gücü yetmemiş o soruşturmayı beklemeye. Ortada tecavüze uğradığını söyleyen bir çocuk var, her gün o okula gidip o kişiyi görüyor, tedaviye muhtaç, neyi nerede soruşturuyorsunuz?
Buyrun, o gün olması gereken şimdi oldu. Cansel kendini vurduktan sonra. Müdür ve yardımcıları görevden alındı, haklarında soruşturma açıldı, ‘o’ öğretmen tutuklandı. Geçmiş olsun, iş işten geçti yine.
Okuldan adını vermeyen bir öğretmen DHA’ya konuşmuş: “Ne olursa olsun bir öğretmenin öğrencisiyle bu tür bir yakınlaşmaya girmesi, bunu ilişkiyle sonuçlandırmasına varacak kadar birliktelik yaşaması kesinlikle doğru değil”miş.
Hani adını koymazsak belki olayın dehşeti azalır. Sürekli bir lafı döndürüp dolaştıran, hafifletici unsurlar arayan dil.
Net olalım: Gece yarısı değil güpegündüz, tenha bir sokakta değil okulda, mini etekli değil okul formalı bir kız, yabancı birinin değil, öğretmeninin tecavüzüne uğradı ve kendini öldürdü. Okul yönetimi de seyirci kaldı. Hafifletilecek yanı yok, bütün bir bakış açısının, hükümet politikalarının, yasaların, toplumsal yargıların değişmesi gerekiyor.
Dün ortaya çıkana bakın, söz konusu öğretmen, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’na bağlı çalışan Mor Sertifika programına katılmış. Evet, eğitim şart sahiden.

Haberin Devamı

Bu şehirde yaşanır

Haberin Devamı

Arada Boğaz’a bakarken düşünüyorum: Yabancı bir ülkeye gitsem, böyle bir görüntüyle karşılaşsam kim bilir nasıl büyülenirdim. Öyle böyle değil, olağan dışı bir güzellik. Burada yaşanır, öyle değil mi?
Fazla sağını solunu kurcalamaz, her yıl azalan yeşil - artan beton dengesine dikkat etmezsen.
Akşamları iyiden iyiye genzini yakan havaya aldırmaz, nefes almasan da olacağına inanırsan.
Her gün trafikte ikişerden dört saat geçirmez, güne başlamak için muhtaç olduğun gücün yarısını yollarda tüketmez, deniz yolunun daha etkin kullanımıyla hafifleyebilecek bir sorunun neden daha çok yol - köprü - araba üçgenine hapsedildiğini merak etmezsen.
Acaba metrobüste, metroda, kalabalık bir meydanda can güvenliğim var mı, tenha bir sokağa sapsam tecavüze uğrar mıyım diye endişeler taşımaz, “Her şey olacağına varır” rahatlığına sahip olursan...
Yaşanır bu şehirde.
İnsan kaynakları yönetim danışmanlığı firması Mercer beş kıtada 230 şehri kapsayan bir araştırma yapmış: 2016 Yaşam Kalitesi Araştırması. Sağlık, eğitim, ulaşım ve kamu hizmetlerini dikkate almışlar. En yaşanası şehir Viyana çıkmış. İstanbul 122. sırada.
Haksızlık değil de ne?

Haberin Devamı

Günün iyi haberi

Baktım ki benim gözüm her gün karanlıklar içinde ruhumu aydınlatacak, insana dair umut tazeleyecek bir haber arıyor, onu buldukça buradan da paylaşayım dedim sizlerle. Zor olmuyor aslında, gözünüzü biraz kıyılara köşelere bakmaya alıştırmanız gerekiyor. Oralara saklanıyor asıl insana dair küçük ama önemli şeyler.
23 yaşında bir genç, Ibby Piracha. Leesburg’da yaşıyor, haftada üç gün aynı Starbucks’tan kahve alıyor. Sağır - dilsiz olduğu için de siparişini telefon ekranına yazıp gösteriyor. Bir gün karşısındaki ‘barista’ ki kadın olduğunu biliyoruz, işaret diliyle soruyor, “Ne alırdınız?” diye. Delikanlı şaşırınca da bir not kâğıdı uzatıyor. Piracha’nın facebook’tan paylaştığı o not: “Siz de diğer insanlarla aynı deneyimi yaşayabilesiniz diye işaret dili öğrendim.”
Bir insan adını bile bilmediği, sadece haftada birkaç kez iki üç dakika gördüğü bir insan kendisini iyi hissetsin diye, kimse ondan böyle bir şey istememişken gidip işaret dili öğreniyorsa, bu insan denen varlığı sevmek için bir sebep sayılmaz mı?