Ben anlamıyorum ki, şart mı; ille tarihi, kültürel, doğal olarak koruma altında olan alanlarda yemek, içmek, eğlenmek zorunda mıyız? Yani Efes’in Roma döneminden beri ayakta kalan muhteşem Celsus Kütüphanesi’nin merdivenlerine yuvarlak masalar ve beyaz kılıflar giydirilmiş sandalyeler koymazsak içimiz rahat etmiyor mu?
Önce “Efes’te sünnet düğünü düzenleniyor” diye çıktı haberler, sosyal medya her zamanki gibi ayaklandı. Efes Antik Kenti’nin meziyetleri sayılıp döküldü, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde olduğu da hatırlatıldı ki konu ciddiye alınsın, yoksa “Ne var canım iki göbecikten ne çıkar, mermerler, mi aşınır?” denebilirdi.
Neticede İzmir İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Kaan Erge, DHA’ya bir açıklama yaparak “Sünnet düğünü yapmıyoruz” dedi; “Düğün, nişan da yok.”
Ne var peki? “Ziyaret saatleri dışında turizm amaçlı etkinlikler”. Yani? Turist gruplarına toplu yemekler. Misal o sosyal medyada dolaşan görüntüler bir cruise gemisinin yemeğindenmiş. Sahnede de klasik müzik icra edilmekte.
İyi de insanların derdi orada çiftler dünyaevine girmesin ya da paşa oğullarımız erkekliğe ilk adımı atmasın değildi ki. Bu mutluluklarda gözümüz yok. Çalanın klasik müzik olması da durumu değiştirmiyor.
Diyoruz ki burası gözümüz gibi koruyup kollamamız gereken bir tarihi - kültürel hazine. Zarar gördü mü telafisi yok.
“Gereken özen gösteriliyor” diyor Kaan Erge. Muhakkak öyledir. Ama orada masa - sandalye taşımak bile bunca zamanı devirmiş bir doku için risk teşkil edebilir. Kaldı ki Roma’da 1800 yıllık sütuna bozuk parayla adını kazıyan evlatlar yetiştirmiş, bu tip konularda yaratıcılıkta sınır tanımayan bir milletiz. Orada yemek yerken kimin nereye iz bırakarak adını ölümsüzleştirmek isteyeceğini kim öngörebilir?
Cennet vatanımızda başka yer mi yok da 115 yılından beri orada duran güzelim antik kentin merdivenlerini seçiyoruz?
Bir ceza olarak etek
Bu erkek kültürün kodlarına akıl sır ermiyor gerçekten. Kendi kendilerine birtakım ‘doğrular’, ‘yanlışlar’, ‘kutsallar’, ‘kırmızı çizgiler’ belirlemişler, oralara dokunuldu mu kıyamet kopuyor. Asıl korunması gereken değerlere dil uzatılınca kimse alınmıyor.
Ne bileyim, zorbalıkla, adaletsizlikle, hatta hırsızlıkla anılmak delikanlıyı bozmuyor da, o anlı şanlı ‘erkeklik’ müessesesi ölümüne savunuluyor. O da o kadar kırılgan bir yapı ki mesela bir etek giydiğin anda geçmiş olsun, gitti gider.
Evet, etek diyorum, erkek adamın bir numaralı kâbusu.
Bakınız; dün Alibeyköy’de bir grup mahalleli sokakta uyuşturucu sattığı öne sürülen bir adamı yakalamışlar. Dediklerine göre, polise haber vermişler ama ilgilenilmemiş. Bunun üzerine kendi ceza yöntemlerini geliştirmişler; adamın üzerine etek giydirip döve döve sokakta dolaştırmışlar.
Bir kadın olarak anlamaya çalışalım; bize kızanlar ceza olarak pantolon giydirecek -ki bu da olmaz, zaten giyiyoruz- ya da diyelim bıyık takacak, sakal çizecek, bir şekilde erkeğe benzetecek. Niye? Gururun kırılsın, aşağılanmış ol diye.
Çok şükür anlayamıyoruz biz. Etek giysen ne olur, kurdele taksan ne fark eder? Bir kumaş parçasıyla zedelenecek ‘değerler’den kime ne hayır gelmiş bugüne kadar? Erkekliği bir yana bırakın da dürüstlüğe, doğruluğa, vicdana, adalete tutunmayı deneyin.