Hep beraber bayıldık, Çaykur’un “Çaylar bizden” reklamına. Bütün sevdiklerimiz oradaydı; Şakir’e çay ısmarlamayan Çiçek Abbas, kuzucuklarına masal anlatan Adile teyze, Turist Ömer ve arkadaşlarını güldüren Ayşecik, Necla’ya aşkını ilan eden Tarık, Zeki, Metin, Şaban, Hulusi Baba, Münir Özkul, ‘o güzel günler’den aklınıza kim gelirse. Ot dergisinin bu ayki kapağındaki gibi ‘güzel aile’mizin tüm bireyleri, her muhabbetin ortasında da bir bardak demli çay. Hakikaten ne güzel fikir, ne güzel reklam, demli bir çayın hakkını vermek tam da böyle olur.
Fakat işte aynı zamanda bütün o reklamda gördüğümüz eski dosltarın da hakkını vermek lazım, öyle değil mi? Nitekim reklamı izleyip “Ne güzel olmuş, yaşa Çaykur” diyenlerin ikinci tereddütlü cümlesi buydu: “Bunca insan kullanılmış, telifleri ödenmiştir, değil mi?” Aksi mümkün mü? Olmaz mı, bizde her şey mümkün.
Reklamda kullanılan filmlerin çoğu belki de hepsi Arzu Film yapımı. Ve Arzu Film de hafta sonu yaptığı açıklamada “Son yılların en büyük hatasından doğan en büyük mağduriyet” olarak niteledi, reklamı. Oyuncuların hiçbirine telif ödenmediğini söyledi ve “Bedeli hukuk belirleyecek,” dedi.
Aslında Arzu Film bir gün önce yine Twitter hesabından “Ajans kurbanıyım, sanatçılara telif ödenmesi gerektiğini bilimiyordum demek Çaykur’u kurtaramayacak maalesef,” yazmıştı ama daha sonra sildi. Herhalde bir uzlaşma aşamasındalar sanatçılarla, ortamı germek istemiyorlar.
Yeşilçam oyuncuları yıllarca çektikleri filmler ekranlarda art arda gösterilirken bir kuruş alamamışlardı, şimdi topluca bir reklamda oynamışlar, anlaşılan haberleri bile yok. Ortada bir kötü niyet olmasa gerek, gizlenip saklanacak bir şey değil çünkü, yayınlandığı anda ortaya çıkacağı belli. Belki Arzu Film’in sonradan sildiği cümledeki gibi sahiden ‘bilmiyorlardı’, o bile inanılmaz değil. Ama zaten tek başına o satır arasına sıkışan, kabahati aşan ‘özür’ bile; telif hakları konusunda nerelerde olduğumuzu göstermeye yetiyor.
Halt oyunları, namus cinayetleri
“Neden artıyor bu tacizler, tecavüzler, cinayetler?” sorusunun yanıtını kızlarla erkekleri iki ayrı fanus içinde (ya da erkekler dışarıda, kızlar fanusta) yetiştirme sevdasında aramak gerektiğini daha önce de yazmıştım, hep bir fırsat çıkıyor, yinelemek için.
Misal, 15-16 yaşında bir delikanlı, kızları sınıf arkadaşları olarak tanırsa, onlarla el ele tutuşup halk oyunları oynayarak büyürse, hem spor ve müzikle iç içe büyür, hem de bir kızın elini tutmanın doğaüstü bir yanı olmadığını, onların da kendisi gibi insan olduğunu küçük yaşta öğrenir. Böylece ileride sokakta kadın görünce gereksiz hezeyanlara ve de heyecanlara kapılmaz. Kimsenin ‘namusu’ da tehlikeye atılmamış olur. Bakın, bir taşla kaç kuş.
Ama siz Malatya’daki Gazi Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı gibi bu toprakların kaç yıllık neşeli bir geleneğini ‘zina’yla bir tutup namus meselesine bağlar, ‘halt oyunları’ adını takıp “Hangi ana, baba 16-17 yaşındaki kızının elini bir erkeğin tutmasını, diz dize, göz göze, kol kola, sarmaş dolaş halt oyunu oynamasını ister? Namusu için cinayet işleyen adam buna izin verir mi?” gibi tehlikeli sulara sürerseniz, ne tacizlerin sonu gelir, ne sözüm ona ‘namus’ cinayetlerinin.
Erkeklerin kadınları sadece ‘karşı cins’ olarak görmesinin, eli eline değince manalar çıkarmasının önünü almak zorundayız halbuki bu gidişe dur demek için, başka çare yok. Her şey bir yana, bir eğitimci namus cinayetini kutsar mı Allah aşkına?