Hayatımızın iplerini gönüllü olarak teslim ettiğimiz sosyal medya, muhtelif faydaları olmakla beraber, hoyratlığı ve acımasızlığıyla çok ürkütücü oluyor bazen. Aslında sosyal medyanın kabahati ne tabii, ürkütücü olan insanların orada ortaya koymaktan çekinmedikleri karanlık yüzleri.
Kendileriyle aynı şekilde düşünmeyenlere saldırırken kullandıkları korkunç kıyıcı dilden söz etmiyorum. O zaten var da, en azından bir de gerekçesi var onun; fikir ayrılığı gibi.
Son dönemde gözlemlediğim durum çok daha vahim: Karşısındaki hiç tanımadığı, bir acısı, bir derdi olduğu çok aşikâr olan insana durup dururken, sebepsizce saldırabiliyor insanlar. Hem de kafa göz yararak, elinden çıkanı gözü görmeyerek.
Bunu düşünmeme ilk neden olan tweet, belki acısı dünyanın dört bir yanından birçok insan gibi benim de yüreğimi dağladığı için, kısacık yaşamının neredeyse tamamında çocukluk döneminde rastlanan bir sinir sistemi kanseriyle mücadele eden ve beş yaşında ardında onun hayata bağlılığını ve boyunu aşan gücünü saygıyla izleyen bir kalabalık bırakarak ‘yeni yolculuğuna’ çıkan Luca Can Özkırımlı-Larsson ile ilgili bir tweet’ti. Luca’nın babası, akademisyen Umut Özkırımlı, tahmin edemeyeceğimiz acısını yaşarken, oğlunun mücadelesinin başka çocuklara umut olması için çaba göstermeye devam ediyor. (https://likesonlikefather.com/ adresinde ayrıntıları bulup onun ‘Luca’nın yeşil kalbini dünyaya yaymasına’ yardım edebilirsiniz.)
Ve biz, onun yazdığı her satırı içimiz titreyerek sessizce okur, yanlışlıkla kıracak bir şey söylemeye çekinirken, birisi klavye başına geçip “Acınızı teşhir etme biçiminiz rahatsız edici” diye ahkâm kesebiliyor mesela. Nasıl yazabiliyor, hiç mi söylediğinden utanmıyor, anlamak mümkün değil.
Sonra aynı şeyi, daha doğrusu çok daha beterini, terbiyeden yoksununu Çorlu’daki tren kazasında evladını kaybeden Mısra Öz’ün hesabında görüyoruz. “Cehape bu kadını ölen çocuğu üzerinden iyi propaganda yapıyor diye vekil yapmalıdır” diye yazıyor biri, “Hazır ortada oyuncu varken değerlendirmek lazım”. “Oyuncu” diyor, “istismarcı” diyor, “Ölmüşse ölmüş, millet ayağa mı kalkacak?” diyor, “Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman diye bir şey biliyor musun sen?” diyor. Çocuğunu kaybetmiş bir insana diyor. “Troll hesap” deyip geçemiyorsunuz, o kelimeleri de yazabilen bir insan var neticede.
Bugün baktım, serebral palsi hastası oğlunun tedavi ve okul masrafları için kendi yaptığı tarhana, erişte, reçel, sarma gibi ürünleri satan, el ele verdiği üç engelli çocuk annesiyle “Melekler Mutfağı”nı kurup yurdun dört bir yanına sipariş yollayan Antalyalı Semra Sönmez de “Yeter, dolandırıcı demediğiniz kaldı, bu kadar üzmeye hakkınız yok, almayın arkadaşım” diye isyan edecek hale gelmiş. Fiyatları yüksek bulanlar, “Yardım parası adı altında soygun yapıyorsunuz” diyenler, düşüncesizce akıl verenler, ne ararsan var.
Bu kadar vicdan kaybı, bu derece acımasızlık, sebepsiz, saf kötülük nasıl, nerede yeşeriyor, nasıl yüz bulup ortaya saçılıyor... Dedim ya, ürkütücü.