Hepimizde içten içe var değil mi o umut; şu baş belası yılı defedeceğiz bu hafta ve beraberinde bütün insanlığı esir alan, hayatımızı alt üst eden korona musibetini de alıp gidecek hayırlısıyla. Hani şu önümüzdeki üç gün dört gecelik karantinayı da atlattık mı önümüz düzlük. İlk defa o çocukluğumda hafif hüzünlenerek izlediğim genç ve dinamik bir çocuk kılığındaki yeni yılın gelip yaşlanıp beli bükülmüş eski yılın yerini aldığı sahneyi hevesle bekliyorum ben de. Kusura bakmasın, acıyamayacağım kendisine, gidişi olsun dönüşü olmasın.
Fakat maalesef bir yandan da olayın takvimlere bağlı olmadığını bilecek kadar tecrübemiz, hayata geçirilememiş yeni yıl dilekleri planları hayalleri listesi yapmışlığımız var. Biz gene de 2021’e bütün iyi niyetimizle kredisini verelim ve 2020 ile helalleşelim derken, karşıma Milliyet Pazar’ın dünkü “2020’den ne öğrendik?” dosyası çıktı. Farklı alanlardan tanıdığımız isimlere sormuşlar, ne öğretti size bu tuhaf yıl diye. Böyle bir soruyla karşılaşınca insan tabii olumlu bir mesaj da vermek istiyor okuyana. Onlar da her biri çok kıymetli cümleler kurmuşlar. Okudum, iyi geldi hepsi.
Sonra eklerin ve Milliyet Sanat dergisinin yayın yönetmeni Filiz Aygündüz’ün yazısındaki öneriye uyarak ben de döndüm kendimi yokladım. Ne öğrendim ben bu yıl? Maalesef öyle çok zenginleşmiş bulmadım kendimi, enine boyuna düşününce. Birçok yönden eksik bir yıldı, hiç özlemem sandığım şeyleri özletti, bunu hatırlamaya çalışacağım zamanı gelince.
Bula bula ne buldum; beklemeyi öğrenmişim. Bugünlerin bitmesini beklemeyi. Hayatın “normale” dönmesini beklemeyi. Dünyanın sağlığına kavuşmasını beklemeyi. Bekleme odası gibi yıl.
Zaten bildiğim bir şeyden daha da emin oldum, insanın en çok eşe dosta, arkadaşa ihtiyacı var. Sevinirken de üzülürken de. Yalnızlıkta gizli cevherler bulmadım ben maalesef. Bunun kendi kendinle kalamamakla ilgisi yok, seçememekle ilgisi var benim için. Kendi istediğin zamanlarda yalnız kalabilmek başka şey, dayatılmış yalnızlık başka. Arzu ettiğinde kapat kapını, dinle o meşhur “iç sesini” istediğin kadar. Ama insanlara karışmak istediğinde onu bulamamak çok fena. Paylaşmayınca hiçbir şeyin tadı aynı değil. Hiçbir görüntülü arama, zoom partisi, skype buluşması üç beş arkadaşınla karşılıklı oturup sohbet etmenin yerini tutmuyor. Tiyatroya, sinemaya, konsere gitmeden hayat geçmiyor. Sosyal medya bir yere kadar. Bak, hayata karışmadıkça orada paylaşacak şey bile bulamıyorsun, eski fotoğraflara sığınıyorsun hep. Ne güzel gezermişiz, ne güzel yer içermişiz, hatta ne güzel işe gidermişiz, birlikte çalışırmışız.
Ve evet, sağlık çok önemli. Üzerinde yaşadığın dünyaya, bu toprağı, bu havayı paylaştığın canlılara saygı göstermek zorundasın. Doğa senin müttefikin olsun istiyorsan onun kurallarına uyacaksın. Yoksa başa çıkamayacağın bir şey koyuverir karşına, dünya kadar servetin olsa baş edemezsin. Onunla savaştan galip çıkmak diye bir şey yok. Bunu da böyle öğrenmemiz şart mıydı, bilmiyorum. Umarım öğrenmişizdir iyice. Umarım unutmayız. 2021’den dileğim bu. Yaşadıklarımız uzak birer anı olsun, çıkardığımız dersler aklımızda kalsın.