Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yıl 2007 imiş, “Barda” filmi gösterime girdiğinde, ‘90’lar gibi kalmış aklımda, bıraktığı etkiyle ilgili olsa gerek. Bir de esinlendiği olayın 1997 tarihli olmasıyla. Silahlı yedi kişi Ankara Gaziosmanpaşa’da bir evin kapısını kırmış, beş gence sabaha kadar tecavüz ve işkence etmişti. Gençlerin çığlıklarına kimse gelmediği gibi saldırganların kan revan içinde içki almaya yolladığı çocuk başını belaya sokmaktan korkan tekelciyi bile polisi aramaya ikna edememişti. 17 saatin sonunda içlerinden birinin kaçıp emniyete sığınmasıyla sona eren kâbusa dair, faillerden birinin çocuk tacizinden sabıkalı olduğunu söyleyelim, bir de üç sene sonra ‘Rahşan affı’yla serbest kaldıklarını.

Haberin Devamı

Olaydan 10 yıl sonra Serdar Akar, barda geçen bir vahşet gecesi çekti ve ‘Türk sinemasının en sert filmlerinden biri’ yaftasını gururla taşıyan “Barda” filmi 2007 senesinde İstanbul Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Gece vakti bara gelip arıza çıkaran işkenceci çete Nejat İşler, Erdal Beşikçioğlu, Serdar Orçin, Volga Sorgu, Hakan Boyav’dan oluşuyor, hayatta sahip olamadıkları her şeyin acısını bu ağzı süt kokan iyi aile çocuklarından çıkarıyordu. Film, sınıf çatışmasının ateşlediği şiddete daha da şiddetli bir pencereden bakıyor, bir suçun cezasının hangi adaletle verilmesi gerektiği sorusunu da kendince soruyordu. Sevip sevmemek ayrı mesele ama ortada sarsıcı, sinir bozan ve iz bırakan bir film vardı.

“Bize bunu neden yapıyorsunuz”

Yıl oldu 2024, “Barda” defteri nedense bir daha açıldı, bu kez yönetmen Hande Türkel’di ve ‘Türkiye’nin ilk gerçekçi 18+ filmi’ olmak gibi bir iddiası vardı ki ne demek olduğunu gerçekten bilmek istemedim. Zaten akıllarda kalan bir filmin kimsenin pek fark etmediği devam filmi olarak sinemalardan geldi geçti. Ama “Barda” meselesi bitmedi, Vigor Kültür Sanat yapımı bir tiyatro oyunu olarak Işıl Kasapoğlu rejisiyle Lütfi Kırdar’da perde açtı.

Canlı müzik yapılan bir barda geçen oyun, seyirciye peş peşe üç şarkıyı baştan sona dinleterek başlıyor. Müzik bitiyor, bar kapanıyor, ‘tehlike’ kapıya dayanıyor. Birer içki içip gidecekmiş gibi gelip mekâna çöken çetenin içinde bu kez bir de kadın var: Gülsüm (Deniz Çakır). Sevgilisi elebaşı Selim’de ise 10 yıl aradan sonra sahnelere dönen Tardu Flordun.

Haberin Devamı

Oyunu Serhat Yiğit filmden esinlenerek yeniden yazmış. Sonuçta ortaya Türkiye ve dünya meselelerine dair her konuya parmak basmayı denerken odağını kaybeden bir oyun çıkmış. İşkenceci takımın (Flordun ve Çakır’ın yanında Barış Özkan, Onur Olgun, Toygun Elaldı) derdini anlamıyoruz, hayatta neden mahrum kalmışlar, neye gıpta etmişler, neden karşılarındaki saf çocuklara karşı kin dolular, neden bu kadar kötüler, bu şiddetin kaynağı ne, bilmiyoruz.

Cevapsız sorular öyle çok ki. Elimizde bir psikopat katil var, Hitler’den, Caligula’dan, Che’nin öldürüldüğü Bolivya’dan söz ediyor, engin bir bilgi birikimi ve belagata sahip. Erkek iktidarına, o erkekleri yetiştiren kadınlara, iyi hal indirimlerine isyan eden Gülsüm de öyle. Oyunun bütün mesajları onların dilinden dökülüyor.

Öte yandan sözde iyi eğitimli genç ekip (Hiyda Zizan Alp, Mehmet Konu, Derya Kahya, Meriç Taner Kadıoğlu, Seda Soysal, Egehan Kars, Dilara Çivici) hem kendilerine hem etrafta olan bitene dair akıl almaz bir saflığa hatta aymazlığa sahip. Okuyarak böyle olunuyorsa galiba hayatta kalmak için okumamak daha iyi diyor insan.

Haberin Devamı

Özetle Cem Yılmazer imzalı sahne ve ışık, Nalan Alaylı’nın kostüm tasarımıyla görsel olarak parlak bir dünya kuran, oyunculuğuyla, müziğiyle özenle kotarılmış oyun, her notaya basmaya çalışırken ortaya bir kakafoni çıkıyor. Bir saat 45 dakikanın sonunda kalan soru ise “Bize bunu neden yapıyorsunuz?” oluyor maalesef. Oyunda bunu soran barmaid kıza Selim’in verdiği “Neden olmasın?” cevabı yeterli değil pek.