İnsanın en büyük ihtiyacı bir bütünün parçası olduğunu idrak etmek. Toprağıyla, suyuyla, kuşuyla, böceğiyle, ağacıyla, meyvesiyle uyum içinde varlığını sürdürebilen bir bütünün. Birbirine ve doğaya hoyrat davranarak kendi sonunu hazırladığını çok geç olmadan (hâlâ olmadıysa) anlaması şart.
Doğu Karadeniz’in nefes kesen coğrafyasında, Artvin Borçka’da her anıyla bunu hissettiren bir üç gün geçirdik. 2006 yılında kültür sanat aracılığıyla Doğu Karadeniz coğrafyasına, yerel kültüre dair farkındalık oluşturmak amacıyla yola çıkan Gola Kültür Sanat ve Ekoloji Derneği’nin Borçka Belediyesi iş birliğiyle düzenlediği Demir Elma Festivali buluşturdu hepimizi. Bu festival aslında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) Avrupa Birliği desteğiyle yürüttüğü Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Programı kapsamında hayata geçen Demir Elma Projesi’nin bir sonucu. Yani altında yerel yönetim ile sivil toplum aktörleri arasında etkileşimli bir iş birliği, kapsayıcı ve çoğulcu bir kültür politikası oluşturulması hedefi var ki bu festivali daha da anlamlı kılıyor.
Adı neden demir elma? Birebir yaşamı (yaşamın bir parçası olan ölümü de) simgeleyen kadim bir meyve olan elmanın Borçka’da yetişen dayanıklı bir türü, demir elma. İki yılda bir meyve veriyor, kurutulmuş mısır yapraklarına sarılarak dokuz ay tazeliğini koruyor. Coğrafi işaretli bu meyve, festival boyunca farklı kılıklarıyla çıktı karşımıza; kah kaynatılıp pekmez olarak kah çikolataya ya da şekere batırılarak kah kahveyle demlenerek. Muratlı (Maradit) köyünde bir demir elma ağacını ziyaret edip Güneşin Oya Aydemir’in anlattığı masalla hoyrat davrandığımız elmanın kalbini kazanmayı da denedik. Elmayı bildiğimiz gibi dik değil de yatay kesersek kalbinde bir yıldız göreceğimizi biliyor muyduk mesela?
Bunun gibi pek çok şeye ‘bir de buradan’ bakmayı deneyimlediğimiz bir üç gündü, Borçka’da geçen. Gerçekten bir elma etrafında kocaman bir hikâye yazılmıştı, Sevilay Refika Kadıoğlu’nun dediği gibi. Kendisi Gola’nın (gola Lazcada yayla demekmiş) kurucusu, yan yana durduğu ekiple beraber bu festivalin tasarlayıcısı, baş döndüren enerjisiyle, şahane hikâye anlatma becerisiyle insanları etrafında toplayan bir büyücü. Aynı anda beş yerde olabiliyor.
Bu beceriye sahip bir de Borçka Belediye Başkanı Ercan Orhan var. Refika Kadıoğlu, İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Temsilcisi Cenk Dereli ile birlikte festivalin açılışını yaparken sandık ki bu onu son görüşümüz olur. Oysa gecenin ayazında da Karagöl’ün yağmuru – karı altında da oradaydı, uzun sofralarda sohbette, bütün horonların, halayların içinde, elinde akordeonuyla sahnedeydi. Ayrıca Borçka’ya bu yıl üçüncüsü düzenlenen Borçka Tiyatro Festivali’ni kazandırmıştı ve bununla gurur duyuyordu. Sanatın dönüştürücü gücüne inanan bir başkan.
İnanmayanları da inandırmaya muktedir Demir Elma Festivali, yerel halkı ve dışarıdan gelen konukları Doğu Karadeniz’in kültürüyle, yemekleriyle, müziğiyle, danslarıyla kucaklayarak uğurladı. Pek çok değerli isimle tanıştık, söyleştik, hepsinin adını anmak mümkün değil ama bütün etkinlikleri başarıyla sunan, yönlendiren performans sanatçısı ikiz kardeşler Cenk ve Tamer Karataş’ı söylemeden olmaz.
Mardin’den gelen şahane Sirkhane ekibinin performanslarıyla başlamıştık açılış yürüyüşüne, Karagöl kıyısında el ele tutuşup dev bir horon halkası kurarak bitirdik. Üzerimize kar yağıyordu. Kapanış performansı başka türlü kurgulanmıştı belki ama doğa bu kadarına izin vermişti. Ona uyulacaktı, uyuldu. Refika Kadıoğlu’nun komutları eşliğinde: “Barabar, barabar!”