Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Zor iş bir ülkenin gözü önünde büyümek, değişmek, dönüşmek... Kendinizi “başka biri” olarak kabul ettirmeniz, bir kariyeri sıfırdan inşa etmekten daha meşakkatli olur. Eskiyi sevenler “Özcan, sen de burjuva oldun” der burun bükerler, sizi dinleyecek “yeni” kitlenin aklından da “Hadi hadi meleğim; uç da göreyim” çıkmaz bir türlü...

Özcan Deniz bu ikisi arasında bir denge tutturabilmiş olanlardandı aslında. Durup durup yeni “icat çıkarmasa”, iyi albümler yapan, sesinin güzelliği tartışılmayan bir müzisyen olarak kabul görür olmuştu. Mercan Dede’yle proje yapıyor, Leman Sam’la konser veriyor, karizmasının kaynağını araştıran bir belgesel bile çekiliyordu.

Haberin Devamı

Okulu bırakıp limon sattı, kaportacılık yaptı

Memlekette oyunculuk yapmayan şarkıcıya şarkıcı denmediğinden,
o konuda da sorun yoktu. Özellikle “Asmalı Konak”la bir fenomen yaratmış, her kesimden kadının bir Seymen Ağa hayal etmesine neden olmuştu.

Ama Mahsun Kırmızıgül’den bir eksiği olmadığı için senaristlik ve yönetmenliğe de el attı. Bugüne bugün, dört film çekmiş bir yönetmen ve
o 2004’te alkışlarla geldiği noktayı asıl şimdi kaybetme aşamasında. Onun sesini takdir edenlerin filmlerine bayılmadığı bir sır değil. Ama belki artık dizi piyasasının en çok kazanan isimlerinden olan Özcan Deniz için de bu çok önemli değil. Gözü kendi başarısıyla kamaşmışa benziyor.

Özcan Deniz 19 Mayıs 1972’de Ankara’da açtı dünyaya gözünü, Ağrı’nın Kürt Zilan aşiretinden Kadriye ile Sadık Deniz’in altı çocuğundan ikincisi olarak. Emel Armutçu’nun 2002’de Hürriyet Pazar’da yayımlanan yazısından öğrendiğimize göre, ünlü olduğunda onu bütün Türkiye’nin gözünde “vefasız oğul” durumuna düşüren babası kabadayılığı seçmişti: “Pavyon basan, kumarhane işleten, bol kavga eden ve dolayısıyla bol düşmanı olan bir kadro vardır ailede. O üç-dört yaşına geldiğinde artık başkentte barınamaz, Aydın’a taşınırlar. Çocukluğunun o yıllarından bugüne kalan en belirgin izler, dışlanma duygusu ve fakirlik halidir. Annesi Özcan’ın açlıktan okulda bayıldığını, zaman zaman komşulardan ‘köfte yapmak için bayat ekmek lazım’ yalanını atarak ekmek aldığını anlatacaktır ama o bunlardan konuşmak istemez. Fakirlik edebiyatı yapan ünlü durumuna düşmemek için.”

Haberin Devamı

Babası sık sık onları bırakıp gittiği için pamuk toplayarak, çapa yaparak aile geçimine katkıda bulunan Özcan Deniz, 13 yaşında okuldan ayrılp pazarda simit, limon, pide satmaktan inşaat işçiliğine, kaportacılığa kadar bir sürü iş yaptı.

Aileden gelen bir de iyi mirası vardı ama; güzel sesi. Tanınmış dengbejlerden Şakiro, amcasıydı. Düğünlerde şarkı söyleyip ailenin bir aylık kazancını bir günde çıkarırken Sultanhisar Ses Yarışması’nda aldığı birincilikle İstanbul’a gitmeye karar verdi. Yarışmayı sunan Cenk Koray bir demo yapıp İMÇ’ye götürmesini öğütlemişti.

Albümleri art arda çıktı, arada oyunculuğa başladı

2004 yılında Ezel Akay’ın çekeceği “Neredesin Firuze?” filmine konu olacak macera böyle başlamış oldu. Tepebaşı’nda kötü bir otele yerleşti, her gün İMÇ’ye yürüyerek gitti, kapılardan döndü, biriktirdiği üç kuruş parayı da tüketip otelde rehin kaldı. Çare, Aydın’da bir düğünde tanıştığı, onu Almanya’ya çağıran organizatördeydi. Ama Almanya vize vermiyordu bu işsiz güçsüz delikanlıya. İki sene İstanbul’da sıkıntı çekti, kaçak olarak Almanya’ya gitmenin yollarını zorlayıp Edirne’den döndü ve bekledi... Şansının döneceği günü.

Haberin Devamı

O şans Münih’e varıp “İpek Mendil”le salonu yıkıp geçtiğinde döndü mü? Hayır. Yine sıkıntılar, temizlikçilikle yarı aç yarı tok geçen günler, ünlü olduğunda karşısına çıkıp hak arayanlar kervanına katılacak Handan Deniz’le evlilik ve
en nihayet bir kulüpte keşfedilen sesi...

Nokta Müzik’ten ilk albümü “Yine Ağlattın Beni” çıktığında yıl 1992’ydi.Aslında başka biri için hazırlanmış bir albümdü bu, hayalindeki müzik değildi.Bir yıl sonra Prestij ailesinin bir mensubu olarak “Hadi Hadi Meleğim” şarkısını yaptı. “Arabeskçisin sen arabeskçi kal” diyen yapımcıya çok zor kabul ettirdiği o şarkıda pop altyapılar kullanarak risk aldığını anlatacaktı sonra.

Prestij Müzik’ten peş peşe beş albümü daha yayımlandı. Bu arada, oyunculuğa da başlamıştı. Ama diğer arabeskçi / türkücülerden farklı olarak, şarkı söylemediği bir diziyle: “Aşkın Dağlarda Gezer”le. Müzikten ayrıydı oyunculuk kariyeri. Sonradan işi abartacak, yönetmen
olarak ilk filmi “Ya Sonra”yı çektiğinde Milliyet Pazar’dan Pelin Çini’ye
“İnsanlar benim müzikten oyunculuğa, sonra da yönetmenliğe geçtiğimi
sanıyor” diye isyan edecekti: “Oysa
13 yaşında sadece sesim güzel diye düğün salonlarında öylesine şarkı söylerken de tiyatro yapıyordum. Mahallede tiyatro kurmuştuk, oyunları ben yazıyordum, arkadaşlarımla sergiliyorduk. Nedense insanlar bana ‘Asmalı Konak’ta sihirli
bir değnek dokunmuş ve bir gecede yazan, çizen, oynayan bir adama dönüşmüşüm gibi davranıyorlar.”

Seymen Ağa rolü yeni imajını belirleyecekti

Ne çare, dokunmuştu... Abdullah Oğuz’un ortaya attığı Özcan Deniz ismi, senaryo yazarı Meral Okay’ı şaşırtmıştı. Karşısında etkileyici bir oyuncu olduğunu fark ettiğini anlatacaktı, Nedim Hazar’ın çektiği “Özcan Deniz Makyajsız” belgeselinde. Doğu’nun değerlerini Batı’nın iyi yanlarıyla harmanlayan Seymen Ağa karakteri ise Özcan Deniz’in o günden sonraki imajını belirleyecekti. Kadınlar onu “çok karizmatik” buluyordu. Kendisine göre ise işin sırrı onlara uzak olmayan, abilerine benzetebilecekleri bir tip olmasındaydı.

Seymen Ağa ona müzikte istediği şeyi yapabilme imkanını da getirdi. Nezih Ünen’in Özcan Deniz’i yeniden yarattığı albüm “Ses ve Ayrılık”, Nazan Öncel bestesi “Canım”la da iyice kanatlanarak, “Meleğim”le uçamadığı yerlere çıkarttı şarkıcıyı. Ünen’le ikinci çalışması “Hediye” 2007’de çıktı. Son albümü
“Bi Düşün”ü ise 2012’de yaptı.

“Neredesin Firuze?”den sonra başka hikayeler de anlatma isteği doğmuştu içinde. Çocukluğundan beri yazmış, ilkokuldayken yazdığı aşk şiirleri nedeniyle annesinden azar işitmişti, “derslerinle ilgilen” diye. Annesine verdiği “Özcan Deniz ismini herkes tanıyacak” sözü de gerçek olmuştu. Neden yazmaya devam etmesindi?

Hikayesini yazıp oynadığı, 64 bölüm süren “Haziran Gecesi”, ilk denemesi oldu. Dört-beş yıl başkalarının filmlerinde oynadıktan sonra 2011’de hem “Ya Sonra”yı çekti hem Yeşim Ustaoğlu’nun “Araf”ında oynadı. Henüz filmleri milyonluk gişe yapan bir yönetmen olmadığından Türk sineması üzerine atıp tutmaya başlamamıştı. Ama ilk filmiyle Stanley Kubrick’e selam yolladığını söylemesi gelecek günlerin habercisiydi.

Kendi yarattığı yükselişe kendi darbe vurdu

Şu anda “Ya Sonra”dan sonra “Evim Sensin”, “Su ve Ateş” ve “Sevimli Tehlikeli”yi çekmiş bir yönetmen olarak Ayşe Arman’ın sorduğu “Vay be, adam döktürmüş diyeceğin yönetmenler kim?” sorusuna “Türk sinemasında ne yazık ki bu hissiyata hiç kapılmıyorum” diye cevap verebiliyor: “Türk filmlerinin bu kıvama gelmesi için çok yol kat etmesi gerek.”

Serdar Akbıyık’la konuşurken yine iddialı sözler: “Bence son dönem Türk sinemasının bir çeşitlilik problemi var. Daha çok ya politik ya sulu komedi ağırlıklı. Aradaki filmler de gerçekten arada. Yani onlar da kimliksiz.”

Sevdiği bir yönetmen var; o da Ertem Eğilmez. Kendisine Yeşilçam’ı örnek alıyor, Sinderella’lardan, Rapunzel’lerden, Robin Hood’lardan esinlendiği senaryolarında kadınların hayallerini süsleyecek, dışı buz içi bal Beyaz Atlı Prens karakterleri yazıyor, peki. Bu onun tercihi. Ama dört senede Türk sinemasını çöpe atacak bir sinemacıya dönüşmesine ne demeli?

Belki şimdi tam sırasıdır birkaç soru sormanın: İyi bir şarkıcı ve umut vâdeden bir oyuncu olmak niye yetmedi de hem yazıp hem yönetip hem oynamak gibi bir işe kalkıştı? Son oynadığı “Kaderimin Yazıldığı Gün” ile iyi kazanıyor olabilir ama bu klişe hikayelerle nereye kadar?

“Sevimli Tehlikeli”nin gişede aradığını bulamaması ve Sıla’lı Coca Cola reklamının yerden yere vurulması dikkatini çekiyordur, kim bilir? Olmadı işte, kendi yarattığı yükselişe kendi darbe vurdu. “Benim hayalim hep buydu zaten, yeni çıkmadı ki” demek, her yaptığınızın kabul görmesi için yeterli değildir belki.

“İlişkimi reklam malzemesi yapmam”

İkiyıl birlikte olduğu Şebnem Schaffer ile ayrıldıktan sonra bir “bornoz” atışmasıyla gündeme gelmişti Özcan Deniz. Schaffer ne hikmetse eline erkek eli değmediğini açıklayınca, Özcan Deniz de “Bornozu bende kalmış” gibi bir karşılık vermiş, olay son derece tatsız yerlere varmıştı.

Deniz bilinen en uzun ilişkisini ise Fahriye Evcen’le yaşadı. “Ya Sonra” filmi gösterime girerken beşinci kez ayrıldıkları için Cengiz Semercioğlu niye hep ayrılıklarının Deniz’in bir işine denk geldiğini sormuş, “İlişkimi reklam malzemesi yapmam” cevabını almıştı.

Dizi için Başbakan’a çağrı

TwItterve Instagram’ı gayet aktif kullanan Özcan Deniz, 2012’de oynadığı
“Bir Zamanlar Osmanlı” dizisi kaldırılınca Twitter’dan Başbakan’a seslenmiş, “Sayın Başbakanım bu dizi gerçekten sahip çıkılmayı hak ediyordu” diye sitem etmişti. Kendisine tepki veren bir takipçisiyle girdiği polemikte “Bu sözler seni gay durumuna düşürmüş. Sanki beni düşünmüşsün de sonradan hayal kırıklığı yaşamışsın gibi. Neyse bir gün hayat seni de insan yapar diye umuyorum. Yoksa senden nasıl faydalanırız ki?” cevabını vererek okuyanları
şaşkına çevirmişti.