Önce şunu söyleyeyim; ben kendini geliştirme, kendine yardım, adına şu sıralar ne diyorsak işte o kitaplara uzak duran biriyim. Hayat bilgisinin satılanındansa dostlar, sevdiğimiz büyükler, sözüne değer verilen yakınlar tarafından paylaşılanını makbul buluyorum. Ayrıca hayatın gerçeklerinden ötürü yapmama imkân olmayan bir dizi öneriyi okuyup sinirimin bozulmasını da tercih etmiyorum. Evet, ben de çoğumuz gibi isteklerimi erteliyorum, “hayatı öteliyorum”, bunu her zaman istediğim için değil bazen de zorunda olduğum için yapıyorum ve bana her şeyin kendi elimde olduğu, işi gücü bırakıp dünyayı gezmenin aslında ne kadar kolay olduğu konusunda bilgiçlik taslayan bir kitaba ihtiyacım yok.
Ama o “ötelenen” hayat içinde yaşadıklarıma farklı bir gözle bakmama, duygularımı bir parça anlamlandırmama yardımcı olacak bir kitaba itirazım olmaz. Hele bunu üzerime ağırlıklar boca etmeden, hatta eğlendirerek yapıyorsa. Filiz Aygündüz ile Dr. Alper Hasanoğlu’nun Doğan Kitap’tan çıkan nehir söyleşi kitabı “Gel Hayattan Konuşalım” gibi.
Filiz Aygündüz Milliyet Sanat’ın yayın yönetmeni, benim on beş senelik mesai arkadaşım ama bunlardan ötürü torpil geçmiyorum, objektif olarak söyleyebilirim ki tanıdığım insan psikolojisiyle ilgili okumaya, kafa yormaya en çok mesai harcayan kişilerden biri. İnsandan umudunu kesmiyor, her davranışı anlamanın bir yolunu arıyor, romanlarında zaten türlü insanlık halini ele alıyor ama sonunda psikoloji yüksek lisansı yapmaya kadar vardırdı işi. Alper Hasanoğlu ise iyi bir psikiyatr olmanın yanı sıra yazılarında da son derece anlaşılır ve keyifli bir üslup tutturan bir doktor. Dolayısıyla, ikisinin söyleşisinden gerçekten sular seller gibi akıp giden bir kitap çıkmış ortaya.
Bu arada saydığım bütün sıfatlarda bir durup düşünüyorum, çünkü Alper Hasanoğlu “li” ekli sözcükleri sistemin bir tuzağı olarak görüp sözlüklerimizden çıkarmak istiyor. Ne bunlar? Başta “başarılı” olmak üzere “mutlu”, “yeterli”, “becerikli”, “değerli”, hatta “sağlıklı”, işte bize “olman gerek” denen ne varsa. Bunların sabahın köründe sporumuzu yapıp koşa koşa işe gitmemiz ve söylenmeden akşama kadar köle gibi çalışmamız için bize dayatılan özellikler olduğunu, “sistemin istediği insan tipolojisini yaratmak için en fazla kullanılmaya müsait tıp dalının da psikiyatrinin bir ayağı olan psikoterapi olduğunu” söylüyor. Önce “sağlıklı erişkin”i tarif ediyor, sonra o tarifteki gibi olmadığı için kendini “anormal” hissedip doktora giden kişiye antidepresan veriyor şeklinde bir döngü. Ayrıca kendisini “depresyonda” zanneden bir sürü insanın da depresyonda olmadığını, bunun da sadece ilaç firmalarının işine yarayacak bir tuzak olduğunu düşünüyor.
Peki depresyondayım diye doktora gidenlerin asıl derdi ne? Mutsuzlar. Yine Hasanoğlu mutsuzluğun bir insanlık hali olduğunu, anormal bir şey olmadığını, zaten sürekli mutluluk diye bir şeyin mümkün olmadığını söylüyor. “Mutsuz olmamak”, “olduğun gibi olmak”, “durmak”, bunlar yeterli. Arada bir de yaptığın bir şeyin sonucu olarak mesela, “bir süreliğine” mutlu olursun, daha ne?
Bakın gene “yeterli” dedim. Zaten ikisiyle Milliyet Sanat dergisi için yaptığım röportajda da bu “li”leri çıkarıp yerine ne koyacağız diye sorarken buldum kendimi. Hiçbir şey koymayacakmışız. “Başarılı” diye bir hedef olmazsa zaten “başarısız”, “değerli” olma derdi olmazsa “değersiz” de olmayacağımız için mesele kalmıyormuş.
“Onu ol, bunu ol” dayatmaları, üzerimize boca edilen “mutlu hayat” şovları arasında “olmayıver kardeşim” diyen bir kitap okumak beni “bir süreliğine” mutlu etti. Daha bir dolu “faydalı”, “eğlenceli”, “sürprizli” şey var içinde, onu da herkesin keşif keyfine bırakayım. Yok, bu “li”lerden kurtuluş yok.