On üç yıldır Babalar Günü babasız olarak karşıladığım, dolayısıyla gelişini de sosyal medyadaki baba kız / baba oğul fotolarından pek de hoşnut olmayarak öğrendiğim bir gün. Elinde değil, durduk yerde bir eksiklik duygusuyla geçiriyorsun pazar gününü, eğer Babalar Günü indiriminden faydalanıp koşa koşa alışverişe gitmediysen.
Ben buna bir de baba paylaşımlarından fal tutmayı ekledim bu sefer. İnsanların babalarıyla ilgili söylediklerinden onlara dair fikir yürütmeye çalıştım. Çünkü Anneler Günü’nde yazılanlar üç aşağı beş yukarı birbirine benziyor. Annenin fedakâr ve cefakâr olanı, yemeyip yedireni makbul ve hayatta da olsa kaybetmiş de olsak anılmaya değer özellikleri bunlar.
Hâlbuki babalarla ilgili söylenenler çok daha çeşitli ve itiraf etmem gerekir ki çok daha renkli. İnsanın baba olası geliyor. Bir kere hepsi yakışıklı, dalyan gibi. Adeta “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim” şiirini Can Yücel sadece kendi “Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi” babası Hasan Ali Yücel için değil, bütün babalar için yazmış.
Zekiler sonra, tabii ki güçlüler, başarılılar. Çocukları üzerinden tarif edilmiyorlar, en önemli fark bu sanırım. O tek başına bir kale olarak orada bütün heybetiyle ve varlığını tamamlayan özellikleriyle duruyor. Biz de onun çocuğu olarak yanında yöresinde yerimizi alıyoruz. Annemiz doğuştan anne ve varlığı çocuklarına adanmış bir fani, babamız kendine ait bir hayatı olan, sevgisini, kabulünü söke söke kazanmamız gereken, ayaklanır ayaklanmaz düşe kalka peşine düştüğümüz göz alıcı bir yarı-tanrı. Gene Can Yücel’e başvurmak isterim: “Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk / Çarpık bacaklarıyla ha düştü ha düşecek / Nasıl koşarsa ardından bir devin / O çapkın babamı ben öyle sevdim”.
Hah işte en can alıcı nokta, çapkınlığı bile sevilen biri bu baba dediğimiz kişi. Hiç annesinin çapkınlığıyla övünen insan gördünüz mü? Allah muhafaza, dul kalsa, hatta kocası evet o çapkın babanız tarafından terk edilse bile hayatına başka kimseyi sokmaz, evlatlarına “üvey baba” getireceğine yalnız yaşar ve ölür, anne dediğin.
Babalara ise her şey mübah. Gezmeler tozmalar, çapkınlıklar, maceralar ve gene de sevilmeler onların hakkı.
Haluk Levent’in paylaşımı sanırım en samimi olanlardandı. “Yokluğuna alıştım çünkü varlığını pek hissettirmemiştin baba” diye sesleniyordu babasına; “Hatırlar mısın 9 yaşındayken ‘Şimdi hangi sınıfa gidiyorsun’ diye sormuştun”. Ama bu ilgisizliğin bile bir “ama”sı vardı: “Ama aynı zamanda bir kaza esnasında bana ölümüne siper olmuştun. Sonra ağlamıştın. Ben senin gibi bir baba olmayacağım ama senin gibi seveceğim”.
Demiştik ya, babalar ne yapsa affediliyor.
Tabii ki bütün babalar için konuşmuyorum. Hayatını çocuklarına adamasa da bence kimse yapmasın bunu zaten çocuk sahibi olmanın hakkını veren, en azından kaçıncı sınıfa gittiklerini bilen, onları hayata iyi yetişmiş, özgüvenli, özgür bireyler olarak hazırlayan, ihtiyaç duyduklarında elini omuzlarından eksik etmeyen babalar da az değil. Haksızlık ettiğimi düşünenler de babasız Babalar Günü kıskançlığına versin.