Aslı Öktener

Aslı Öktener

asli.oktener@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçtiğimiz akşam İzmir’in gurur gecelerinden biriydi. İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin 78’inci, yayın organı 9 Eylül Gazetesi’nin ise 12’nci yıldönümü kutlandı. Aynı gece Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması ödülleri de dağıtıldı. 

Törende fotoğrafları tek tek ekrana yansıyan Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink gibi pek çok cesur kalemin onurlu öyküsü, İCG Başkanı Dilek Gappi’nin, “Gerçeği arayıp, doğruları yayınlamanın sonuçları çok ağır…”    sözlerinin de kanıtıydı.

Konuşmaların ardından sahneye 57. Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Gazetecilik ve Teşvik Yarışması’nda ödül alan gençler davet edildi.

Haberin Devamı

Bir zamanlar ustalarının da yaptığı gibi sahada yani sokaklarda haberciliği öğrenerek yetişen bu pırıl pırıl muhabirleri görünce gurur duydum, mesleğin geleceğine olan inancım da tazelendi. 

Tazelendi diyorum çünkü sosyal medya kirliliği, gelenekselden dijitale dönüşümle başlayan kadrolardaki daralmayla muhabirliğin de kan kaybettiği maalesef gün gibi aşikâr…

Gazetecilikten ne anladığınızı bilmiyorum ama tam da bu noktada size bu işin en önemli kısmından “muhabirlikten” biraz bahsetmek istiyorum.

Mesleğe bundan 27 yıl önce yine Milliyet Gazetesi’nde başladım. Dayımın hediyesi olan fotoğraf makinemle önce İzmir, ardından da İstanbul’da sayısız habere koştum.

Çoğu toplumsal haberdi. Hani şu çoğumuzun gördüğünde bakmaya bile dayanamadığı türden olanlar; koca taş parçasının kafamı sıyırdığı eylemler, bacaklarım titreyerek nerede duracağımı bilemediğim silahlı çatışmalar, depremlerde beton yığınları arasına sıkışan bedenler; düşen uçaklar, patlayan bombalarla enkaza dönen hayatlar ve yaşamına neden son verdiğini anlamadığım gencecik çocuklar… Ya, zincirleme bir kazada gözümün içine bakarak son nefesini veren o sürücüyü unutmak mümkün mü... Evet, tatsız ama liste böyle uzayıp gider.

Sabah gecekondu bölgesinde bir cinayete ya da intihara gidip, akşam da Çırağan Sarayı’ndaki özel davete katılmak; yani bir başka değişle kentin iki ucundaki yaşamlar arasındaki uçuruma da tanıklık etmek demekti benim için muhabirlik. Hayatın, aklı zorlayan bu apaçık gerçekliği karşısında insanın isyan edesi gelirken, dişini sıkıp, serin kanlılık ve haberciliğe olan tutkuyla çalışmaya devam etmektir… 

Haberin Devamı

Ve biz tüm bu yaşanılanları henüz sindirememişken; okuyucu ertesi gün kahvaltıda gazetesini açıp sayfalara şöyle bir göz atmaya çoktan başlamıştır. Çoğu kez de iki satır da olsa o haberin oraya nasıl geldiğini bilinmez, dolayısıyla muhabirin emeği ve kıymeti de anlaşılmaz.

Oysa muhabirlik, gazeteciliğin/medyanın en temel taşıdır. Önce yöneticilerin değer vermesi gerekir ki toplumdan da aynı değeri görebilsin... Geldiğimiz noktada görebiliyor mu? Herkesin ‘davet’ gazetecisi olmaya can attığı, içerikle değil şekille biçimlenen günümüzde bunu söylemek pek de mümkün değil elbette.

Tüm meslektaşlarım gibi benim için de muhabirlik; yaptığım onca yıl boyunca, kimin/kimlerin hayatına ne kadar dokunduğum, toplumsal fayda sağlayıp, sağlamadığımla anlam kazanmıştır. Hala da öyledir. Gerisi de boştur…

Eğer medyanın uzun zamandır eksikliğini hissettiğimiz ve yakındığımız etik değerleri yeniden bulmasını istiyorsak önce sokağın sesini sayfalara taşıyan muhabirlere ve mutfakta çalışanlara gereken önemi vermeliyiz.

Haberin Devamı

O akşam sahnede gördüğüm bu gençleri daha fazla desteklemeli, gazeteciliği bir iş değil, yaşam biçimi olarak kabul ederek verdikleri mücadeleye saygı duymalı, yollarını açmalıyız.