Zamanın ve ölümün ne kadar acımasız bir olgu olduğu, yaşamın değiştirilemez gerçeği. Bu hakikat kim olursak olalım hepimizin sonuçlarına çaresiz boyun eğdiği bir durum. Ama Forbes Dergisi tarafından, devasa kazancından dolayı, ‘Dünyanın en güçlü ünlüsü’ ilan edilen Tom Cruise, bu acımasız gerçeği alt etmeyi başarıyor. Nasıl mı? Bu sorunun cevabı, ‘Yarının Sınırında/Edge of Tomorrow’ filminde.
Aksiyon filmlerinin altın çocukluğundan ‘Altın olgunu’na dönüşse de çekiciliğinden bir şey kaybetmeyen Tom Cruise, ülkemizde ve dünyada aynı anda vizyona giren yeni filminde, herkesin sahip olmak istemesine karşın ancak hayalini kurabileceği bir yeteneğe sahip olarak çıkıyor karşımıza.
***
Londra, Paris, New York galalarını aynı günde peş peşe yaparak jetlerarası koşuşturmaya soktuğu yıldızlarına, gerçek hayatta da adeta zamana karşı meydan okutan ‘Yarının Sınırında’, birbirleriyle savaşmaktan bıkmış Dünyalılar için uzaylı düşmanlar üretme akımının bir türü…
Bir dizi patlama haberinin dünya çapındaki yansıması ve Amerikan yönetiminin ‘olağanüstü silah’ pazarlama hesaplarıyla açılışını yapan ‘Yarının Sınırında’, her şeyden önce Tom Cruise odaklı bir yapım. Çünkü Almanya ve Fransa’nın kaybedildiği bu küresel çaplı savaşta Dünya’yı ‘Mimic’lere kaptırmama telaşına düşen Birleşik Savunma Gücü’nün geleceğini kurtaracak tek kişi o! Film de zaten baştan sona, Tom Cruise’un canlandırdığı Binbaşı Cage ile devreye sokulan ‘Yaşa, Öl, Tekrar Et’ sloganı üstüne yürümekte.
***
Amerika’dan Londra’ya gayet keyifli bir biçimde gelen Binbaşı Cage’in, Generel’le görüşmenin ardından, insanlara asker olmayı cazip gösterme görevini üstlenerek bir tür pazarlamacılık yapıyorken kendini bir anda Heathrow üstüne zorla getirilmiş halde bulmasıyla konuya giren ‘Yarının Sınırında’, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Normandiya Çıkarması’nı andıran bir sahil saldırısındaki ölümcül tesadüfle gelişimini başlatıyor.
Bu andan itibaren devreye giren ‘Yaşa, Öl, Tekrar Et’ durumuyla ilerleyen senaryonun en başarılı yönü, ölmenin dışında her yeniden yaşamada farklı olayları verebilmesi!
Tek umudun aslında o sahilde kazanmak olmadığını ve minyonluğuna rağmen yılların izini yüzünden yansıtan Tom Cruise’un ölüp ölüp dirilme becerisinin nasıl oluştuğunu yeniden uyanış evrelerinde adım adım işleyen yapım, bu ilerlemeyi gerçekleştirebilmek için de, Emily Blunt’ın canlandırdığı Rita karakterini yaratmış.
İkili birbirine denk düşmüş mü? Bu konuda görüşler farklı olabilir. Çünkü her ikisi de çoğunlukla mekanik zırhların içinde boy göstermekte. Kalan sahnelerde ise ya koşturmaca halindeler ya da savaş talimiyle uğraşmaktalar. Öte yandan, ikisinin ve olur olmaz her yerden çıkıp jet hızıyla hareket eden metal uzaylı ‘Mimic’lerin dışında, aksiyon katkısında bulunan karakterin yok denecek kadar az olduğu ve duygusallığın minicik kırıntı halinde varlık gösterdiği yapımda, görsel açıdan uyum konusu pek de önemli değil.
***
İlk bakışta, 2011 yapımı ‘Source Code/Yaşam Şifresi’ filmini anımsatıyor olsa da, kahramanının ölümsüzlük kaynağıyla ve verilen mücadelenin farkıyla ondan ayrılan ‘Yarının Sınırında’nın yönetmen koltuğunda oturan isim, ‘Geçmişi Olmayan Adam’, ‘Jumper’ gibi insanların olağanüstü ve gizemli yönleriyle gelişen yapımlardaki performansıyla dikkat çeken Doug Liman… Liman, ‘Yarının Sınırında’ ile bu tür bilim kurgularda ne denli başarılı olduğunu bir kez daha ispatlamakta.
Amerikan Ulusal Film Arşivi’nde saklanmasına karar verilen 1993 yapımı ‘Groundhog Day/Bugün Aslında Dündü’ isimli yapımla da ‘zaman’ mantığında benzeşen ve bilim kurguyla aksiyonu çok güzel birleştiren ‘Yarının Sınırında’nın bir diğer çekici ayrıntısı, sahil saldırısındaki görsel mükemmellik! Tom Cruise’u şaşkın ördek gibi ateş hattına koyan yapım, ava gidip de anında avlanan askerlerin pisipisine ölümlerini o kadar iç içe geçmiş olaylarla işlemiş ki, gerçekte ürkütücü olması gereken bu sahne adeta eğlenceye dönüşmüş.
Zafer hayal ederken mutlak ölüme koşan askerlerin daha ne olduğunu anlamadan içine düştükleri cehennemi ortama, yaşananları çok doğal hale getirecek esprili halleri katmayı bilerek avantajını yaratan yapımın zayıf halkası ise benzer dizaynlara başka yapımlarda da rastladığımız ‘Mimic’ler…
Gökten zembille düşmüş gibi tüm dünyanın başına bela olan ve su-toprak altı demeden her ortamda varlık gösterebilen bu garip uzaylıların arka planları doldurulamamış. Amaçlarının net ortaya konmayışının yarattığı boşluğun yanı sıra ‘Böylesine büyük bir güçleri varken ne diye gizli gizli hedeflerine ilerlemiyorlar da insanlarla savaşa tutuşuyorlar’ diye de sorgulatmakta. Yani ‘Mimic’lerin varlıkları gibi savaşları da pek mantıklı bir dayanağa sahip değil!
***
Deneme-yanılma yoluyla başarının bulunmasını ana fikir olarak gören yapımda öne çıkan mesajlara gelince…
Birincisi, insanların kendilerini disiplinli bir biçimde yaşanacaklara hazırlaması sayesinde kaderlerini yönlendirebilecekleri konusunda… Tabii filmdeki bilim kurgu tadında olsa da, ‘yeniden doğuş’ olgusunu akıllara getiren ve kaderciliğe bir nevi başkaldırı olarak yorumlayabileceğimiz içerikte verilen mesaj bu yönde!
Diğer mesaj ise Dünya’nın uzaydan gelebilecek bir ortak düşman karşısında kurtuluşa, yine Amerika eliyle ulaşacağı…
İkinci Dünya Savaşı’nın noktalanmasında söz sahibi olunması ve dahi her durumda dünyayı kurtaran aslan kimliğine bürünülmesiyle sergilenen ‘süper güç’ olgusu, ‘Yarının Sınırında’ bir kez daha açığa çıkartılmış.
Fransa ve Almanya’nın işgal edilmişliği ile İngiltere’nin hatalı saldırı planındaki başarısızlığı gibi detaylar aracılığıyla diğer devletlerin zafiyetini ortaya koyan Amerikan militarizmi, teknoloji pazarlama üstünlüğünün yanı sıra kahraman yaratma yeteneğini de, yaptığı her filmle adından söz ettirmeyi başaran Tom Cruise’un ölümsüzlüğü sayesinde beyinlere işlemeyi tercih etmiş. Hollywood’un sinematografik mesajcılık dehasının önünde ‘Adamlar işi biliyor’ diyerek şapka çıkartmak da biz seyircilerin payına düşen…
Anibal GÜLEROĞLU