TRT’nin tek tabanca olduğu günlerde ufak ufak kıpırdanmaya başlayan ‘dizicilik’, özel kanalların artmasıyla aldı başını gitti. Bunun sonucunda da doğal olarak yabancı dizilerin pabucu dama atıldı, yerli yapım fırtınası esmeye başladı.
Buraya kadar her şey iyi güzel. Hatta, yurt dışı dediğimiz Doğu Bloku ve Arap ülkelerine gerçekleştirilen satışlar da düşünülecek olursa güzelin ötesinde göğsümüzü kabartacak bir gurur!
Eee, öyleyse sorun ne? Sorun, cicim günlerini geride bıraktığı ayan beyan gözlenen dizi sektörümüzün her geçen gün biraz daha yoldan çıkışı. İçten içe bir kargaşadır gidiyor. Birbirini tutmayan reyting ölçümlerinin yarattığı sıralama çelişkisi de ayrı bir konu.
***
Sezonu bile tamamlayamadan kaldırılan yapımları geçtim, beğeniyle izlenmesine karşın sonlandırılanlara ne demeli?
Misal, yeni yayın döneminde hangi diziyi hangi güne koyacağına bir türlü karar veremeyen Kanal D’nin, Tolga Karel’i de bünyesine katarak kendini geliştirileceği düşünülürken, finale yolladığı ANS Prodüksiyon yapımı ‘Kanıt’! Sezona da problemlerle başlatılan dizi, o gün senin bu saat benim sürgün muamelesi gördükten sonra 100’üncü bölümünde final yaptı. Neden? Rivayet odur ki, reytingler eskisi kadar iyi değilmiş. Yayınlandığı saat sanırsınız en verimli birinci kuşak…
Ayrıca benzeri yabancıların ayarında, ilgiyle izlenen aynı zamanda da bilgilendiren bir CSI yani olay yeri inceleme dizisiydi. Benim gibi beğeniyle izleyenlerin sayısının azımsanmayacak oranda olduğuna eminim. Tolga Karel de gayet yakışmıştı diziye. Buna rağmen ‘Dalya’ deyip gitmek de neyin nesi anlamış değilim. İlla ki abartılı şivelere ya da kimin eli kimin cebinde belli olmayan ilişkilere mi yelken açmamız gerekiyor?
***
Dizi olayında bir de başarısız bulunan uyarlama durumu var… MED Yapım tarafından büyük umutlarla FOX TV ekranına çıkartılan ve kimilerine göre bu kanalda olduğu için reyting kaygısıyla kaldırılmayacağına kesin gözüyle bakılan ‘Merhaba Hayat’ gibi!
2007’de başlayan ve sezonlar boyu aynı ilgiyle izlenen ABC dizisi ‘Private Practice’in yerli versiyonu olarak kültürümüze adapte edilmesi ne yazık ki işe yaramadı. ‘Doktorlar’ın ilk çıktığı günlerde yakaladığı sükseye takılı kalıp sonrasındaki gerilemesi unutulunca ‘Merhaba Hayat’ın düşük tempolu ve orijinalinden hayli uzaklaştırılmış içeriği de doğal olarak evdeki hesabın çarşıya uymamasına sebep oldu. İşin doğrusu oyuncularına rağmen yapımın çok dayanmayacağı başından itibaren belliydi.
Nitekim tıpkı ‘Emir’in Yolu’ndaki gibi eskinin getirisini toplamak üzerine geliştirilen beklentilerle çıkılan yolda, yanlış hesap Bağdat’tan döndü. 13 bölümde hayata veda etti.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün… Amerika’da her bölümüyle ilgi odağı olan ancak bize geçtikten sonra özünden bir hayli sapan ‘Umutsuz Ev Kadınları’nın ilk günkü cazibesinde olduğunu kim söyleyebilir?
Keza yeni başlayan Amerikan uyarlaması ‘İntikam’ı da ayakta tutan, ‘Revenge’i mumla aratan içeriği değil oyuncu kadrosu ve yapımcı desteği. Beren Saat başta olmak üzere farklı isimlerle çevrilseydi, bu tempoyla eminim üç günden dibi boylardı.
Dizileri kısaltmanın vaktidir!
Peki, bırakın özgün yapımları dünya çapında hit olmuşlardan uyarlanan dizileri bile kör topal hale getiren sebep ne?
Gayet basit olan baş sebep; sürekli dillerde olan, şikâyetlere konu teşkil eden ‘süre uzunluğu’! Dizilerin lastik gibi sündürülerek işin cılkının çıkartılması.
Biz çok akıllıyız ya… El âlem dizilerini 43-45 dakika, hatta daha da kısa süreli tutarken biz alıyoruz her bölümü bir film uzunluğunda çekiyoruz. Eh buna senaryo mu dayanır, oyuncu mu? Kim her hafta oturup hem temposu hızlı, hem mantığı yerinde bir filmlik hikâye çıkartabilir ki? Hal böyle olunca süreyi doldurmak için ister istemez abuk sabuk uzatmalar, zamanı durmuş gibi yansıtan bunaltıcı bir tempo, karakterlerin baygın bakışları, ağır çekimi aratmayacak monotonluktaki konuşmalar devreye sokuluyor.
Neticede süre uzunluğundaki bu ısrar devam ettikçe kaliteli iş çıkartmak da hızla güçleşiyor… Diziler dönüp dönüp başa sarıyor… Ve yabancıların aksine aklı başında ünlüler bu alana girmek istemiyor.
‘Masumiyet’ ve ‘Kader’ filmlerinin dizi olması teklifine karşı ‘iki filmin ortak bir senaryo ile sadece 13 bölüm yayınlanması’ şartını öne süren Zeki Demirkubuz bunun en canlı örneği. Yapımcının bu şartı kabul etmemesiyle, kendisine teklif edilen büyük rakamı hiçe sayıp eserlerinin dizileştirilmesine izin vermeyen Demirkubuz’un tavrı örnek olmalı. Esere ve izleyiciye saygı duyan herkesin yapması gereken bu. Çünkü uzatmaların orijinal yapıtlara nasıl zarar verdiği, anlamsızlaştırdığı ve kalitesini düşürdüğü meydanda!
***
Oysa yabancıların bu konuda içi alabildiğine rahat. Biliyorlar ki, kendi öz çalışmaları saçmalıklarla komik duruma düşürülmeyecek. Bu ise hem ünlü Hollywood yönetmenlerinin, hem de Oscar’lı oyuncuların hiç çekinmeden dizi sektörüne girmeleri için bir güvence.
Mesela, 90’lı yıllarda politikacı yazar Michael Dobbs tarafından kaleme alınan ‘House of Cards’ BBC’ye mini dizi olarak uyarlanmanın ardından Amerikalı yapımcılar tarafından bir kez daha TV’ye aktarıldı.
5 Şubat’tan itibaren her Salı Digiturk’te de yayınlanacak olan dizinin yönetmenliği ve yapımcılığı son yıllarda ‘The Curious Case of Benjamin Button’ ve ‘Social Network’ filmleriyle ses getiren David Fincher tarafından üstlenilmiş. Dizinin başrollerinde de, Kevin Spacey ve Robin Wright yer almakta.
Hırslı bir politikacının zirveye tırmanışını anlatan bu dizi ses getirmesin de ne yapsın? Üç gün sonra onu da uyarlamaya kalkar mıyız? Mümkündür. O zaman da Francis Underwood’un başkanlık koltuğuna ilerlemek için adeta iskambil kâğıtlarından bir ev gibi itinayla inşa ettiği stratejiyi ağdalaştırıp, izleyicinin tüylerini yolmakta kullanacağımız kesin. Tabi uyarlama olarak elimize düşecek her yapımın uğrayacağı hezimetin aynılığı da!
Bu nedenle uzun uzun özetlerle ve tekrar üstüne tekrarlarla mide bulandırmaya başlayan dizilerin sürelerini bir an önce yarıya indirmenin vaktidir, diyorum. Sorumluluğun büyük kısmının, topu kanallara atan yapımcılarda olduğunun altını çizerek.
Aksi takdirde, akıcı tempoları ve uyutmayan içerikleriyle, izleyiciyi her geçen gün daha çok kendisine çeken yarışma-eğlence programları dizilerin pabucunun tamamen dama atılmasına sebep olacak… Ki bu da, şu an olmasa bile yakın zamanda büyük ekmek kapısı haline gelen dizi sektörü için yıkım demektir. Çanların kimin için çaldığını duymamak için sağır olmak gerek. ‘Kanıt’ ortada!
Anibal GÜLEROĞLU