Bir yılı daha ardımızda bıraktık. Hüzünleri, mutlulukları, hayal kırıklıkları ve başarılarıyla yaşamımızdan koca bir yıl daha siliniverdi. Bize göre büyük, dönmeye devam eden dünyaya göre küçük bir zaman diliminde yaşananlar kâh kızdırdı, kâh sevindirdi. Başarıları, başarısızlıklar takip etti ya da tam tersi gerçekleşti.
Elbette ki bu olumsuzluklarla, olumlu gelişimlerin sirkülâsyonu sadece bizim yaşantımızla sınırlı değildi. Medyada, magazinin gündeminde olanların hayatlarında ve nihayetinde sinema-televizyon dünyasında da kendini gösterdi bu döngü.
Patronlar değişti… İşler noktalandı… Yayınlar sonlandırıldı… Oyuncular uyuşturucudan vurgun yedi… Diziler reyting canavarına yenildi… Güzel filmler görmezden gelinirken, zevzekliklerle dolu olanlar yüksek gişeyle ödüllendirildi. Kısacası; hak, verilmediği gibi alınamadı da... Gelen gideni arattı, giden ne olduğunu anlayamadan gittiğiyle kaldı.
Yeni yılın ilk günlerini yaşarken karşımıza çıkan ve yazımıza konu olan iki yapım da, bu karmaşık düzenin farklı kulvarlarında yol alan örnekleri aslında.
Bunlardan biri anne-babası oyuncu olduğu için kendini küçüklükten sinema-TV dünyasında bulan Ben Stiller’ın, modern hayatın getirdiklerine göre hareket eden ama kendi içinde bambaşka bir hayat yaşayan karakterinin küresel yolculuğunu anlatan ve herkesle bir ortak noktası bulunan öyküsü; ‘Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’…
Diğeriyse, Türk sinemasının 100’üncü yılının kutlanacağı 2014’ün ilk gününde gösterime girme cevvalliğini sergileyerek daha baştan fark yaratma çabasına düşen yerlimiz; ‘Patron Mutlu Son İstiyor’…
DERGİLERİN VE İNSANLARIN DÖNÜM NOKTASI
Altı yaşından itibaren televizyon dünyasına adım atan Ben Stiller’ın yönetip oynadığı ‘Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı/The Secret Life of Walter Mitty’, tarihteki en ilham verici hikâyelerden…
“Aslında kimse kafamızın içinde dönen hayallerin gücünü bilmiyor… Ta ki onlar bizim gerçekliğimize esin kaynağı olana kadar’’ cümlesinden ilham alınarak yaratılan filmin Steve Conrad imzalı senaryosu, James Thurner’ın 1939 yılında New Yorker Dergisi'nde yayımlanmış kısa öyküsünün modernleştirilmiş hali.
21. yüzyıl dünyasındaki gelişmeler karşısında demodeleşmeye başlayan insan tipini simgelercesine karşımıza çıkartılan Walter Mitty, hızla değişen elektronik dünyada değerlerine bağlı yaşam sürmeye çalışırken kurtuluşu sıra dışı, hiperaktif hayal gücünde bulmuş bir kişilik.
Kapatılma aşamasındaki LIFE dergisinin tarihi kapak sayfası için yollanan resmi bulma görevini üstlenen Fotoğraf Amiri Mitty’nin, ünlü LIFE fotoğrafçısı Sean O’Connell’ın peşinden koştururken, aslında yaşadığı gerçek hayata sığamadığını fark etmesiyle gelişen öykü, hem bizlere hayallerimizi gerçekleştirmek için çemberi kırma cesareti aşılıyor. Hem de 1883 yılından beri birkaç farklı formda çıkıp, 2009’da life.time.com haline dönüşen dergi üstünden basılı medyanın kaderini yansıtarak, günümüzde yaşanan dergi kapatmalarını örneklemiş oluyor.
Değişen şartlar doğrultusunda, medyada gerçek dünyadan dijital dünyaya nasıl adım adım geçtiğimizin harika bir sunumu olan yapımda, yılların emeğinin üç beş fiyakalı iş bilmez tarafından tasfiyesi canlandırılırken, insan duygularının ne pahasına olursa olsun varlığını korumaya devam edeceği de özenle resmedilmiş.
El değiştirilerek yeni yapılanmaya giden LIFE dergisine 25. kareyi bulmak için koşturan Mitty ile birlikte bizleri de insan manzaralarına ortak eden filmde, Grönland’ın soğuk ıssızlığındaki aşktan, Bilinmeyen Afganistan’ın sıcak bölgesindeki kabile liderlerinin dostluğunu kazandıran ‘mandalinalı ev pastası’ simgesine uzanan saptamalarda komedi ve insan azmi iç içe geçmiş durumda.
Sonuçta; dergilerin ve insanların hayatlarında dönüm noktalarına sebep olan modernleşmenin getirilerine ve götürülerine ayna vazifesi gören yapımdan özümsenebilecek pek çok detay mevcut.
Bizdekinin aksine argoya ve cinselliğe tenezzül edilmeden yaratılan ince mizahını, İzlanda dilindeki yer isimlerinin söyleniş güçlüğünden alan… Mal takası dilinin dünyanın her yerinde en geçerli anlaşma yolu olduğunu gösteren… Doğum günü pastası-oyuncak hediye gibi klasik olguların elektronik dünyanın sanallığına kapılmış kişiler için değersizliğini, şirket yönetimindekilerin yeni yetme ukalalığıyla örnekleyen… Arkadaşlık sitelerinin bilgi paylaşımlı yalnızlığı yerine, yüz yüze duyguları söyleyebilme cesaretinin tercih edilmesi gerektiğinin altını çizen… Nesilleri tükenmek üzere olan Kar Leoparı’nın asil güzelliğine bizleri ortak eden… Ve bir insana en büyük desteğin, onun hayatındaki her şeye değer veren annesinden geleceğini basit ama etkili bir biçimde saptayarak ‘Sinema budur’ dedirten ‘Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı’ndaki, değişen şartlara rağmen birbirimizi bulmak ve hissetmek üstüne verilen, çok güzel mesajları alabilenlere ne mutlu!
PATRON MUTLU SON İSTİYOR DA…
Yılbaşı’nda Kanal D ekranında yayınlanan ‘Arkadaşım Hoş geldin’le ekranlara dönüş yapan Tolga Çevik’in başrolde yer aldığı ‘Patron Mutlu Son İstiyor’, her anlamda akılcı bir yapım olarak çıkıyor karşımıza.
Ezgi Mola, Ersin Korkut, Murat Başoğlu, Erkan Can gibi isimlerin yer aldığı BKM yapımının senaryosu, Yılmaz Erdoğan’a ait. Bu ayrıntı filmin ilk akılcılığı!
Vizyon günü olmamasına karşın 100’üncü yılın ilk filmi olmak adına 1 Ocak’ta gösterime sokulması başlı başına akılcılık.
Yaşananları yazan senarist modasıyla, film içinde film üretme kervanına katılan ‘Patron Mutlu Son İstiyor’da, düzlüğü kırmak ve mizahtan pek de nasiplenmemiş diyalogların iticiliğini kamufle etmek için Kapadokya manzaralarının bolca kullanılması fevkalade bir tercih!
Komedinin dilinden ve repliklerin yeterliliğinden ziyade, görüntü yönetmenliğinin gücü, Ezgi Mola’nın cömertliği ve Tolga Çevik’in popülaritesiyle ayakta duran filmde ‘romantik’ etiketini kullanmak da ayrı bir akılcı yöntem. Malum insanımız romantizm işin içine girdi mi dayanamıyor. Hele bir de yabancı duruşlu sahnelerin yer aldığı komediyle ilişkilendirilirse gelsin müşteriler…
‘İlk geldiğinde âşık falan değildin on numara sohbetin vardı. Ama şimdi çekilmezsin’ diyerek bir nevi gerçekçi saptamada bulunan Erkan Can’ın rolünün hakkını verdiği yapım, televizyonda sıkça rastladığımız ısmarlama senaryo olayını hedefleyerek de akılcılığını sergilemekte.
Nicolas Cage ve Hollywood üstünden de prim yapan filmde, ‘İnsanlar gülmek istiyorlar’ deyip, motivasyonunu aşktan alan hikâye ısmarlayan ve festival filmine karşı tavır takınan yapımcı tipiyse, akılcılığa zirve yaptırmakta. Çünkü yapımın en ilginç ve gerçekçi karakteri O!
İlaveten, ‘Olmaz Olsun’ parçasının kullanılarak öne çıkartılması apayrı bir akılcılık.
Toparlayacak olursak; 2014 senesinin 1 Ocak tarihinde sinemada olmak zorunda olarak huzura getirilen ‘Patron Mutlu Son İstiyor’, sinemasal tatmin açısından yeterli görünmese bile Tolga Çevik’in ‘Sen Kimsin’ dediği yapımın çok çok üstünde bir performansa sahip. Akılcı ayrıntıların katkısının büyüklüğünü de dikkate alırsak hatırı sayılır izleyici yakalayacaktır.
TERCİH NOKTASINDA…
İşte size, bir yanda çağın teknolojik yapılanmasını insani değerlerle harmanlayıp ‘Her şeye rağmen insan’ fikrini aşılayarak umut veren; diğer yanda ise magazinsel akılcılıkla sinemayı buluşturarak seyirci yakalamayı hedefleyen iki yapım…
İkisinde de öyküler, ‘Patron’ kavramının istekleri doğrultusunda gelişiyor. Tabii farklı bakış açıları ve farklı örgülerle. İşleniş ve sinemasal sunum bakımından arada dağlar kadar fark olması da cabası!
İngilizce bilmeyen spikerin iki yabancıyı programa bağlayıp onlarla çat pat sohbet görüntülerine yoğun paylaşımla katkıda bulunulan televizyon kültürümüzün gerçeğinde, takdir seyircinin…
Anibal GÜLEROĞLU